Şule Çet için adalet Nevin’in baltasıyla gelecek!

29 Mayıs 2018 gecesi Şule Çet, patronu Çağatay Aksu ve patronun arkadaşı Berk Akand tarafından tecavüze uğradıktan sonra bir plazanın 20. katından aşağı atılarak öldürüldü. Kamuoyunun gözleri önünde süründürülüp duran bir dava süreci var. Bu yazıda “ispat” niteliğindeki teknik detaylara ve hukuki süreçte yaşananlara yer vermeyeceğiz. Herhangi bir kadın cinayeti haberine “ama? acaba?” sorgularıyla yaklaşmayı; “gerçekte” ne olduğunun bilgisini edinme çabası değil, her gün onlarca kadının öldürüldüğü ülkemizde gün gibi ortada duran bir hakikati görmezden gelmek olarak görüyoruz.

Çağatay Aksu ve Berk Akand patrondur, tecavüzcüdür, katildir. Nereden baksak oradan bize düşmandırlar. Bu noktada yalnız da değillerdir. Bu davada erkeklik bütün ittifak zeminleriyle birlikte saldırmaktadır. 1989 yılında işkencede kolu kırılan Kutay Merinç için sağlam raporu vererek işkencecileri aklayan Mehmet Nuri Aydın, bu dava kapsamında da tecavüzü aklamak için hazırladığı raporla erkekliğin yanında en önde saf tutmuştur. 2016 senesinde Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü’nde döner bıçağıyla üniversitelilere saldıran faşistlerden biri olan Paşa Büyükkayaer, bu davada da katilleri canla başla savunarak bu örgütlü kötülükteki yerini almıştır.

Çağatay Aksu ve Berk Akand hem patron hem de erkek olmanın onlara tanıdığı bütün ayrıcalıkları sonuna kadar kullanıyorlar. Her ikisi de bu kadın düşmanı sömürü düzeninin özgüvenli birer neferi. Hali hazırdaki siyasal iktidarın da eril tahakküm düzeninin de yürütücüleri. Biz kadınların özgürleşmesinin karşısında duran her fikrin birer temsilcisi. Bu anlamda sistem de çocuklarını kadın mücadelesine ezdirmemek için elinden geleni yapıyor. Bizim hukuksuzluk dediğimiz, oysa tam da kadın düşmanı burjuva hukukun desteğiyle bir seneden uzun bir süredir dava sürdürülüyor. Çağatay Aksu ve Berk Akand’ın tutuklu yargılanıyor olmasının tek sebebi kadın mücadelesinin bunu dayatmış olmasıdır. Bu dava sürerken Türkiye’de kadın hareketinin elinin uzanamadığı yoksul mahallelerde, fabrikalarda, arka sokaklarda binlerce kadın öldürülmeye, tecavüze uğramaya devam ediyor. Kadın cinayetlerinin hepsi politiktir. Ama bazıları sınıfsaldır da. Şule’yi kaybetmiş olmanın acısıyla başa çıkmaya çalışırken Şule’yi bizden alan düşmanlarımızı da tanımak zorundayız. Düşmanlarımızı tanıyalım ki doğru direniş biçimlerini örgütleyebilelim ve bir kişi daha eksilmeyelim.

Bu noktada biz  Nevin Yıldırım’ın hala bize baktığını hatırlatmak zorundayız. Nevin, Isparta’nın bir köyünde yaşayan yoksul bir kadındı. Nevin’in kendisine sistematik olarak tecavüz eden Nurettin Gider’i öldürüp kafasını köy meydanına atması, bize biraz “çok” gelmişti. Hatta bazılarımız bu “vahşet” karşısında Nevin Yıldırım’ın davasına daha mesafeli yaklaşmıştı. Şule Çet cinayetinde olduğu gibi Nevin Yıldırım davasında da kapsamlı bir değerlendirme yapmak zorundayız. Nevin her anlamda sömürülmeye, ezilen olmaya mahkum edilen bir kadındı. Kaybedecek hiçbir şeyi yoktu. Ya ona yaşatılana boyun eğecekti ya da buna bir son verecekti. Kendisine yaşatılan vahşetin cezasını böyle kesti. Çoğumuzun alışık olmadığı ve hatta yadırgadığı bu direnme biçimini biliyoruz, en diptekinin öfkesini tanıyoruz. Bu öfkenin, çaresizliğin ortaya çıkardığı bir direnme biçimini iyi/kötü/aşırı/yeterli olarak bir değerlendirmeye tabi tutmak somut koşullarımızın farklılığından kaynaklıdır.

Bu burjuva hukuk sisteminde, bu kadın düşmanı düzende Nevin için adalet yoktu. Şule için de yok, olmayacak da. Bu nedenle daha önce söylediğimizin arkasındayız: Şule Çet için adalet Nevin’in baltasıyla gelecek!

“Gerçek” anlamda adaletli; sömürünün, zulmün, kadın cinayetlerinin olmadığı bir düzen kurulana dek kadınların adaletine güvenmek zorundayız. Kadın Komiteleri olarak bir seneyi aşkın süredir, Şule Çet cinayetinde olduğu gibi başka başka birçok kadın cinayeti veya öz savunma davalarında, bize hukuk diye yutturulmaya çalışılan pespayeliğin farkındayız fakat burjuva değerleri idealleştiren ve insanların (kadınlar ve erkeklerin) eşit olduğunu varsayarak maddi hayat içerisindeki eşitsizleri görmezden gelen, ha keza besleyen, hukuk sistemini bir araç olarak kullanmaktan, mahkeme kapılarına dayanmaktan çekinmeyeceğiz. Bu noktada kadınların birey birey kendi adaletlerini sağlamak zorunda kalmasındansa kitlesel militan bir kadın hareketi yaratmayı en önemli görevimiz sayıyoruz. Her türlü sömürünün, ırkçılığın, türcülüğün, homofobinin, transfobinin karşısında duran kadınların en sahici öfkesiyle yaratılacak bir kadın hareketi tek çıkar yoldur.

*Bu yazı Komite Dergisi’nin Ağustos 2019 tarihli 14. sayısında yayınlanmıştır.