İşçiler Sendikaları Yönetebilir, Türkiye’yi de!

Türkiye ekonomisi uzun bir durgunluk dönemine giriyor. Küresel ekonomiye göbekten bağlı ve onun ihtiyaçları doğrultusunda şekillenen Türkiye ekonomisi, uzun süren AKP döneminde bu özelliğini iyice derinleştirdi. Büyük bölümü bir para bolluğu ve kredi kolaylığı olarak yaşanan bu dönemde ekonomik yönelimi değiştirmek bir yana, şartlar olumlu olduğu için bu yöndeki eğilim de iyice derinleşti. AKP yandaşları zenginleşti, sermaye sınıfı semirdi. Emekçilerin sofrasına ise kanları pahasına kırıntılar düştü. Kapitalizmin küresel olarak uzun bir durgunluk dönemine girdiği görünen bu dönemde ülkeye akan para muslukları kısılacak. Yandaşlara aktarılacak kaynak yok, sermaye sınıfının kârlılık olanakları azalıyor. Saray hükümeti bu genel fakirleşme durumunda işçi ve emekçileri kurtarılacaklar listesine yazmıyor bile, seçim dönemlerinde uygulanan kısmi ferahlatıcı politikalarsa artık uygulanmayacak. Bu durumun işaretini TÜPRAŞ toplu sözleşmesindeki Yüksek Hakem Kurulu kararında, Ergün Atalay’ın kamu işçileri toplu sözleşmesindeki tavrında ve kamu çalışanlarına verilen “zamlarda” görüyoruz.

Solda gözüken, herkes bu durumun farkında bu yüzden ezber bir “Krizin Faturasını Ödemeyeceğiz” söylemi dolaşımda tutuluyor. Oysaki küresel nedenleri de olan bu ağır durgunluk ortamında lafla peynir gemisinin yürümeyeceği ortada. Dişleri sökülmüş, idarecileri satılmış bir işçi hareketi, hayal satan ya da CHP’ye yanlamaya çalışan bir sosyalist hareket, sosyal medyada Gezici, işyerinde patroncu orta gelir grubu bir zümrenin yaşam tarzına sabitlenmiş bir kimlik siyaseti ve buna kenar süsü olarak görülen işçi direniş ve mücadeleleri. Bu toplamın “krizin faturasını ödemeyeceğiz” lafazanlığının bir karşılığı yoktur. Emekçiler kendi göbeklerini kesmelidir.

Krizin faturasını ödememek ancak işçi sınıfı için asgari bir siyasal programın ortaya konması ve bu programın sınıf hareketinin özgücüyle hayata geçirilmesiyle mümkün olur. Fakat sınıfın kurumsal yapısı ideolojik olarak çeşitli burjuva fikirlerinin etkisi altındadır, cüretsizdir ve en önemlisi emekçilerin dünyasına yabancılaşmış ve sermaye tarafından siyasi tahayyülünün sınırları belirlenmiş, burjuva hayat tarzına içerilmiştir. Buralara keskin bir siyasal ve ideolojik müdahale gereklidir, özlerine dönmeleri sağlanmalıdır. Bu müdahalenin öznesi emekçilerin kendisidir.

AKP’yi son yerel seçimlerde gerileten siyasal havanın esas mimarları Türkiye’nin dört bir yanında kendi haklılığından emin olmanın verdiği cesaretle direnişe geçen işçilerin mücadeleleridir. Bu direnişlerin belli bir sıklette olamamasının bir nedeni de tam da yukarıda altını çizdiğimiz durumdur, yani işçi hareketi kurumlarının emekçiler tarafından yönetilmemesidir. Kriz karşısında var olan burjuva alternatiflerin dışında ezilenlerin mücadele irade azmine dayalı bir siyasal program hatta politik alternatif gerekmektedir. Bu anlayışla yola çıkmak sermaye sınıfının ve onun devletinin karşısına “İşçiler Sendikaları Yönetebilir, Türkiye’yi de” cüretiyle çıkıp meydan okumak gerekir. Yoksa krizin faturası emekçilere ödetilecektir zaten bu yola da girilmiştir.

*Bu yazı Komite Dergisi’nin Ekim 2019 tarihli 15. sayısında yayınlanmıştır.