Koşulların Dönüşümünü Kavramış Bir Devrimciliğin Görevlerine Odaklanmalıyız

İçinden geçtiğimiz tarihsel momentte aktüel olarak Şili, Ekvador, Bolivya, Lübnan, İran ve Avrupa’da ayağa kalkmış kitlelerin eylem biçimleri ve talepleri tüm muhtevalarıyla dünya emekçi sınıflarının takibi altındadır. Gümüşhane’de direnen maden işçisinin, Aydın’da direnen belediye işçisinin ya da sanayi havzalarında, hizmet alanlarında sömürü altında işine gidip gelen işçilerin dünya halklarının ürettiği isyan, direniş ve eylemleri izlediği, tartıştığı ve sonuçlar çıkardığı aşikârdır. Küresel düzeydeki emekçi sınıfların ve ezilenlerin isyan uğultusu henüz bir iktidar alternatifi üretememiş olsa da bizzat isyan, ayaklanma ve direnişlerin kendisi bulundukları devletlerin egemenlerini hizalayan, korkutan, gerileten sonuçlar üretiyor. Ceberut, faşist iktidarlar ya bir halk isyanının bastırılması ya da olası isyandan korku üzerine şekillenseler de ezilenler, yok sayılanlar beş, on, en geç on beş yıllık çevrimlerle yeniden ayağa kalkan, geri dönen bu kez kendi öncelinden sonra gündeme gelmiş küresel düzeydeki tüm isyanların bilgisine vakıf, onların içeriklerini tecrübe etmiş bir tarzda meydanları, kentleri kuşatarak yeniden gündeme geliyorlar. Kitlelerin kendiliğinden isyanı, ayaklanmaları bir parti, bir örgüt vazifesi görüyor adeta. Ancak isyanların öncüsü ya hiç olmuyor ya da çok öncülü bu isyanlar iktidarı almak doğrultusundaki son adıma heves etmiyor, sadece var olan burjuva iktidar ekibinin/kliğinin değişimi ya da var olanın güçsüzleştirilmesi gibi somut siyasal sonucu üretiyor. Ne olursa olsun tarih ve isyan, yeni ve küresel bir biçim kazanıyor.

Krizler içerisindeyiz. Ekonomik kriz, ekolojik kriz, finansal kriz, borç krizi, iklim krizi vb. Değişik amaçlarla, değişik isimler altında olup biteni anlamlandırmak için çoğu kez gelişi güzel, özensiz hatta yine çoğu kez kitleleri alıklaştırmak, esas anlaşılması gerekeni bulanıklaştırmak üzere tanımlar yapılıyor, okuyoruz. Devrimciler ise krizin siyasal olanını yaratmak, derinleştirmek ve emekçilerin iktidarının yolunu açmak için varlar. Bu koşullarda sermaye sınıfının kendini daha da güçlendirmek üzere fırsat olarak değerlendirdiği kriz koşullarını bu sınıf için kâbusa dönüştürme, işçi sınıfı ve emekçi halklar için ise yeni ekonomik ve politik haklara kavuşma ve mücadele olanaklarını güçlendirme anlamına gelir. Devrimciler, kapitalist-emperyalistler krizden söz edince emekçi sınıflara ve ezilen halklara dönük yeni bir saldırı dalgasının başladığını, savaşları da içeren bu saldırılar üzerinden hem emperyal rekabetin yoğunlaştığını hem de finansal tekellerin kendi krizlerini aşmak, kârlarını artırmak için başta emekçi sınıflar olmak üzere alt sınıfların birikimlerine el koymaya dönük girişimlerin başladığını bilirler. Aynı zamanda kapitalist-emperyalist sistemin bu yolla kendi mimarisini ve iç dengelerini tadil ettiğini de.

Neoliberalizmin rakipsiz hale geldiği 90’lı yıllar sonrası emperyal hegemonya için dünya dikensiz gül bahçesine dönüşmedi. Emperyalistler arası rekabet derinleşti, ABD’nin tek güç rolü tartışılır hale geldi ve artık BM’den NATO’ya, AB’ye kadar tüm küresel ve bölgesel emperyal kurumlar işlev kaybı, itibar kaybı ve konumlanma sorunları içinde debeleniyorlar. Emperyalistler arası rekabetin yoğunlaşmasının bizzat kendisi dünyanın geleceğine dair belirsizlikleri büyütüyor. 3. Dünya Savaşı’ndan faşist bir dünya imparatorluğuna, bölgesel faşist imparatorluklara ya da yeni bir Keynesyen dünya ekonomisine kadar bir dizi argüman etrafında gelecek tasarımı ve tartışmaları güncel bir biçimde sürüyor. Olağanüstü teknolojik gelişme, yoksulların kırlardan merkezlere durdurulamayan akışı, çoğalan eğitimli işsiz topluluklar, iletişim teknolojilerinin neredeyse günlük yeni sürüm araç ve programlarını kullanmaya adapte olmuş kitleler… Doğanın sömürüsünün, onun bilinen parametrelerini büyük oranda tüketmesi, dünya pazarına hâkim olma arayışının sınırlara ulaşması, çeşitlenen toplumsal cinsiyet kimlikleri, çoğalan bireyselleşme formları ve insanlığın dinmeyen, dizginlenmeyen özgürlük arayışı… Sınıflar mücadelesinin güncel biçimleri işte bu ekonomik, siyasal, toplumsal girdiler etrafında şekillenmektedir. Ve devrimci siyaset, enternasyonalist tutumu vazgeçilmez bir siyasal ilke olmanın ötesinde bu kez bir mecburiyet olarak kavrıyor.

Dünya düzeyinde oldukça yeni bir tarihselliğin şahitleriyiz. Somut koşulların somut tahlili dışında bir kılavuzun çok da iş göremeyeceği bir durumu hep birlikte deneyimliyoruz. Tarihsel maddeci yöntem ve tavizsiz bir devrimcilik pratiği dışında çok fazla silahımız yok. Bizce yeterli silahlar bunlar. Geleceğin arayışlarının sınıf mücadelesini geliştirmek, işçi sınıfı içinde kökleşmek ve kavgayı orada büyütmek, somut kavga konumunu emekçi sınıflar ve ezilen halklarla birlikte yaratmak dışında bir çözümü yok. Ne radikal demokrasinin illüzyonları ne sosyal demokrasinin güçsüz kamuculuğu ne devlet yokmuş edasıyla konuşan yatay evrencilik ne de reel sosyalizmin adeta doğum lekesi olan oportünizmin, parlamenterizmin, yasalcılığın, korkucuğulun, yenilgiciliğin yeni sürümleri dünya insanlığının ve ülkemiz emekçilerinin kapitalizmden kurtuluşunun, özgürlükçü, eşitlikçi geleceğinin çaresi olabilir. Lenin’in açıklıkla ifade ettiği gibi bunların hepsi burjuvazinin kitleleri aldatmak için aramıza saldığı, fonladığı aracılardan ibarettir.

İşçi sınıfı kendi güncel mücadeleleriyle kendi siyasal kurtuluşunun da olanağını yaratacaktır. Elbette bu olanak kendiliğindenci bir biçimde değil, güncelliği kavramış, tarihsel maddeci görüşle kuşanmış kadrolarca geliştirilmiş devrimci partinin öncülüğüyle olacaktır.  Parti fikrinin gerçek içeriği ve şekillenişi de kitlelerin dönüşüm, değişim tecrübelerini dikkate alarak oluşacaktır. Kutsallar, dogmalar, mitler burjuva siyasi gericiliğin devrimci saflara taşıdığı olgulardır. Bu olguların köklerini kazımadan devrimci bir yenilenme mümkün değildir. Devrimcilik; mücadeleyle üretilebilen, mücadeleyle sürdürülebilen, her an kendini yeniden üretmesi gereken kadroların kitlelerle birlikte öncelikle sermaye devletine, onun güçlerine, ideolojilerine karşı savaşıdır. Ama aynı zamanda kendimizi kuşatan gerçekliğe karşı bir savaştır. Ekonomik, ideolojik, siyasal, kültürel, sosyal, duygusal, psikolojik bir savaş. Kendiliğinden bitmeyecek sömürüye ve krizlere karşı süreklilik ve kararlılık içinde yürütülmesi gereken bir savaş.

Komiteciler; içinde olduğumuz olağanüstü akışkan, hareketli dönemin hızlı değişen görevlerine adapte olabilecekleri bir örgütsel hazırlık ve yoğunlaşma içinde olmalıdır. Politik gündemin aktif takibi, teorik yenilenme ve eğitim görevleriyle emekçi sınıflara ve ezilenlere gerçekleri olanca açıklığıyla anlatma görevlerinin yayılım ve kapasitesini artırmak zorundadır. En acil hedefimiz olan devrimci bir siyasal hareketi yaratmak görevi ile işçi sınıfı mücadelesini geliştirmek görevi hem programatik hem de acil pratik görevler açısından iç içedir, ayrıştırılamaz, birbirinin önüne arkasına konulamaz.​ Komiteciler büyük-küçük iş ayırmadan, yoruldum demeden, okumaya, adanmaya devam eden kadrolardan oluşur. Tembellere, dedikoduculara saflarımızda yer yoktur. Görevi olmayan, sorumluluklarını artırmaya hevesli olmayan, kendini aşmak doğrultusunda bir yoğunlaşma içinde olmayan, salt pratikçiliğe ya da salt teoriciliğe yaslanan, cinsiyetçiliğiyle yüzleşmemiş, küçük burjuva yanlarıyla, kendi konfor alanlarıyla hesaplaşmayan, ayrıcalıklar arayan kimsenin bırakın bizim yoldaşımız olmayı, dostumuz olma şansı bile yoktur. Biz, akşam sabah Mahir, Deniz, İbo’dan söz edip geleneklerin konforuna sığınıp, anmalar yapıp, izinli etkinlikler, konserler, paneller, basın açıklamaları ve kendi kutsal mekânları dışındaki yaşamdan bihaber olarak sendikalarda, odalarda, belediyelerde iş kapıp devrimciliği, sosyalistliği kimseye de bırakmayan foncuların sahtekârlıklarıyla yüz seksen derece mesafeliyiz. Bizim, devrimci siyasetin bağımsızlığını korkutucu analizlerle düzen muhalefetlerine yedekleyen liberal ve ulusalcı olanlarla hiçbir ortaklığımız ve yakınlığımız olamaz. Bizim ittifakımız ve yakınlıklarımız mücadele içinde olan kesimlerle, dövüşenlerle, direnen işçilerle, dizginlenmez gençlerledir.

Dönem, az olan dostlarımızla dayanışmamızı daha da​ geliştirme ve zaten çok olan düşmanlarımızın bize olan öfkesini büyütme dönemidir. Burjuva sınıfının doğrudan ya da dolaylı​ görevlileri, hizmetkârları olarak sosyalist, devrimci safları bulanık tutmak, devrimciliğe meyleden işçi, genç, kadın kesimlere sahte devrimci sosyalist retoriklerle, sloganlarla adeta tuzaklar kurup onların devrimcilik niyetlerini soğuran odaklara karşı ideolojik mücadeleyi daha da keskinleştirmeliyiz. Ancak ideolojik eleştirilerimizin ciddi bir karşılılık bulabilmesi işçi sınıfı, gençlik, kadın ve tarım emekçileri arasında yürüttüğümüz devrimci siyasi çalışmaları yığınsal, toplumsal pratiklere dönüştürebilme yeteneği göstermemizden geçer. En yeni yoldaşlarımızdan en tecrübelilerimize kadar merkezi bir tarzda, öz disiplinli olarak teoriye, politikaya ve toplumsal çalışmaya odaklanırsak bizim kazanacağımıza şüphe yoktur. Devrimcilerin görevi devrim yapmak, devrim için her an sermaye devletiyle ve kendiyle savaşım içinde olmaktır. Devrim bir mücadele sürecinin adıdır, nihai bir atılım değildir. Uzun süren bir yenilgi döneminin belki de son çevrimindeyiz. Bilebileceğimiz tek şey devrim oldu, yine olacak. Ancak devrim, boş ajitasyonla, ayarla değil bilimsellikle, adanmayla, akılla, erdemle yaşanan bir yoldaşlık sürecine bağlı olacaktır. İşte, biz Komiteciler, devrimcilik borcumuzu ömrümüzün tüm anlarıyla ödemek üzere tarihin bu döneminde, bu onurlu göreve talip olduk. Mutlaka kazanacağız.

*Bu yazı Komite Dergisi’nin Aralık 2019 tarihli 16. sayısında yayınlanmıştır.