Türkiye Cumhuriyeti’nin bir dönemi açık bir biçimde kapanmıştır, üstelik bu küresel olarak son derece istikrarsız ve değişken bir ortamda gerçekleşmektedir. Bu yeni dönemin ilk aşamasında yeni rejimin “ebesi” olacağı düşünülen Cumhurbaşkanı’nın önlenemez yükselişi ve onun etrafında bir tek adam rejimi oluşturulmasının kökeninde, sermayenin sömürü düzeninin arkasına saklandığı bir meşruiyet perdesine ihtiyaç duyması gerçeği vardır. Fakat bu ihtiyacın en son makul biçimde karşılandığı ancak OHAL sırasında iddia edilebilirdi. O andan itibaren yönetilmekten ziyade sürüklenme görüntüsü veren bir siyasal idare söz konusudur. Bu görüntü mahalli idareler seçiminin ardından gizlenemez hale gelmiştir. Fakat düzen muhalefetinin cüretsizliği ve sosyalistlerin çürümüşlüğü, Reis’in düzen partisinin iki kanadı arasında bir pata kalma durumunu zorlamasına olanak vermiştir. Şubat ayındaki gelişmeler ise buradaki dengenin daha fazla sürdürülemeyeceğini ortaya koyuyor.

Komite başından itibaren Türkiye’deki rejim sorununu bir otoriterlik-demokrasi sorunu olarak değil neoliberalküreselleşmenin gereklilikleri doğrultusunda hızla değişen ve dönüşen ülkedeki kapitalist sistemin istikrarlı bir biçimde yönetilme sorunu olarak tanımladı. AKP doksanlarda patlayan pislikten Kemal Derviş’in gösterdiği yolda ülkeyi çıkararak kimi zaman demokrat kimi zaman otoriter bir yordamla sermaye devletinin yürütme erki görevini yerine getirdi. Son dönemde bu noktada sıkıntılar gözükmektedir. Türkiye’de sermaye devletini yönetecek, emekçilerden rıza devşirmeye muktedir, istikrarlı ve uyumlu bir yürütme erkinin varlığı sorunu giderek daha fazla akut sorunlar üretmektedir. Bu durum da yürütme erkinin otoritesinin içinin boşluğunu halkın daha da fazla gözüne sokmaktadır, böylece egemenler açısından Saray iktidarı giderek bir yük halini almaktadır. 

Kısaca durum şöyle özetlenebilir. Doksanların yıkıntısının altından sermaye devletini çıkarması için egemenlerin yakın zamana kadar sonsuz güven gösterdiği AKP, bir; güvenlik aygıtı içindeki temizlik çabası sürecinde yarattığı dengesizliklerin, iki;sermayenin emperyalizmin yeni ortamında bir bölgesel güç olmaya hamle etmenin ve bunu kasaba tüccarı aklıyla yapmanın getirdiği dengesizliklerin, üç; bütünüyle neoliberal küreselleşmenin mantığı doğrultusunda şekillenen katma değeri düşük bir imalat sanayi ve hizmet sektörüne dayalı bir ekonomik yapının ve buna bağlı çarpık kentleşmenin getirdiği dengesizliklerin küresel iktisadi durgunluk konjonktüründe ağırlaşmasının oluşturduğu matrisin altında kalmıştır. Bu yükten kof bir kişi kültü yaratarak çıkmaya çabalayan ve ancak öyle çıkabilecek olan yönelim 7 Haziran sonrasından 21 Temmuzda ilan edilen OHAL’in en karanlık günlerinin sonuna kadar epey başarılı gözüküyordu. O noktadan sonra ise her dönemeçte yalpalamış 23 Haziran tekrar seçiminin arkasından ise tamamen bir farsa dönüşmüştür. Bugün artık eski AKP nostaljisine dayalı yeni siyasi aktörler ortaya çıkmaktadır. Farsa dönüşen Saray idaresi ise eski başarılı günlerinin taktik ve stratejilerini tekrardan başka bir politika ortaya koyamamaktadır. O gülünç tekrarlar ise tabii ki genel kamuoyunu ve seçmenin yüzde 50 artı birini AKP ve Saray lehine ikna etmeye muktedir gözükmemektedir.

AKP bu strateji doğrultusunda son olarak bir darbe heyulası ve askeri vesayet öcüsü yaratarak yavaş tempoda da olsa her gün eriyen seçmen tabanlarını bloklamaya çabalamaktadır. Bu son hikâyenin de geçen ayın gündemi olan Libya seferinden farklı bir sonucu olmayacaktır. Bununla birlikte egemenlerin bu zaaflı yürütmeye daha fazla tahammül edeceği de tartışmalıdır. Bu durumda sermaye çevrelerinin bir anayasal krizi tetikleyecek kimi siyasi gelişmeleri teşvik etmesi ve belki bu krizin kontrollü zor yoluyla çözülmeye çalışılması, mesela yürütmeye muhtıravari yöntemlerle haddinin bildirilmesi ya da dış politikadaki hadsizliklerin daha organik krizler yaratması ve buna tepki olarak zaaflı yürütme erkinin dümenindeki Reisin siyasi itibarını çizecek hamlelere girişilmesi mümkündür. Bugünlerde gündemde olan darbe dedikodusuyla tabanı bloklamak dışında bu türden gelişmelerin de önü alınmaya çalışılıyorsa bilinmelidir ki bugün atılan darbe ve askeri vesayet çığlıkları o günkü sorunların ilacı olmayacaktır.

Yukarıda işaret ettiğimiz, egemenlerin dünden farklı olarak bugün yürütme erkinin dümenindeki Reisi daha kolay harcayabileceğine dair öngörümüzün temelinde toplumsal muhalefet odaklarının şu an içinde bulunduğu çürüme yatmaktadır. Reisi yiyebileceğini hayal eden düzen güçleri, reisin var kalma mücadelesi daha fazla siyasal kaos, kan ve gözyaşı yaratırken, programsız, alternatifsiz bir solu kendi restorasyonunun yancısı, çığırtkanı, tetikçisi yapmaktadır. İşçi hareketi son DİSK kongresinin de gösterdiği gibi Millet İttifakında ifadesini bulan “ileri demokrasi” cephesinin ayakucunda kendine bulduğu yerden son derece memnundur. Büyükşehir belediyeleriyle ilişkili olmak AKP karşıtlığının özellikle sosyal medyadaki görünür yüzlerinin ve onların mensubu olduğu kurumların en stratejik hedefi haline gelmiştir. Bir örnekte hayvan hakları savunucularının bir kısmı atlar ölür elektrikli araç ihalesini alacak girişimciler ellerini ovuştururken kendilerini CHP’ye takdim etme derdindedir. Türkiye’de doksanlarda başlayan sosyalizmin otolikidasyonu mantıki sonucuna ulaşmıştır.

1980’den bu yana solun hiçbir yapısı dönem analizlerinde, strateji ve taktiklerinde yanıldığını söylemedi. Ancak bu kırk yıl boyunca üretilmiş, yaratılmış ve kalıcı olmayı sürdürmüş tek bir toplumsal, siyasal deneyim birikimi söz konusu değildir. Bu hakikate rağmen iç piyasada şişinme tavrından vazgeçen yoktur. Durum vahimdir ve devrimci değildir. Köklü sorgulamalar, kopuşlar oluşturamadıkça da bu otolikidasyon tablosu asla değişmeyecektir. Biz devrimcilik arayışında, iddiasında olanları hayatlarını ve enerjilerini gelenek statükoculuğunundehlizlerinde harcamaya son vermeye, işçi ve emekçi halkın sermaye sınıfına ve devlete karşı verdiği güncel mücadele ve örgütlenmeler içinde tavizsiz bir militan inada, itaatsizliğe, devletin kriminal hale getirme çabasına baştan set çekmeye dayanan bir kitlesel devrimci çizgiyi yaratmaya çağırıyoruz.

Türkiye’de devrimci mücadelenin yerine ikame edilen bir kimlik siyaseti olan solculuk, toplumsal muhalefeti reis karşıtlığının kenar süsü yapmaktadır. Bu durum sermaye sınıfını dere geçerken at değiştirebilecek kadar kendini güvende hissetmesine yol açabilir ve açmaktadır. Zaten nihayetinde Türkiye her koşulda bir erken seçim ortamına doğru sürüklenmektedir. Dikkat edilirse eskiden sıkıştığında “halka gidelim” diyerek seçim restini çeken Reis artık sıkıştığında soluğu Beyaz Saray ve Soçi’de alıyor. Asla sadece birinde değil, hep ikisinde. Fakat Suriye Arap Ordusunun son harekâtı ne Beyaz Saray ne Soçigibi bir alternatifi ortaya koydu. Bu ümitsizlik ortamında Atlantikçi eğilimde olanların son yıllarda olmadıkları kadar cüretkâr bir biçimde seslerinin çıktığını duyduk. Tüm bu gelişmeler yukarıdaki itibarı çizme tespitlerimizi doğrular mahiyettedir.

Bir süredir hep tekrarladığımız bir tespit ve buna bağlı bir şiarımız var. Bu tarihsel dönem her tür siyasal gelişmeye açıktır diyoruz. Suriyeli göçmenlerden duyulan rahatsızlığın bütünüyle Reise yöneltilmesi ve ağır ekonomik durgunluk koşullarının bir türlü düzeltilememesinden dolayı, Reis’in halk desteği özellikle kentsel merkezlerde sallanmaktadır. FETÖ ve klasik İslamcılardan temizlediği örgütü yiyici, şişkin ama beceriksizdir. Kurmayı sayılan kimi isimler kendi aralarında kanlı bıçaklıdır, kontrol ettikleri kurumları birbirlerinin üzerine salmaktadır. Güvenlik bürokrasisinin başındaki iki ismin Akar ve Fidan’ın güvenilirliği ise tartışmalıdır. Sermaye düzeni ise henüz yeni bir alternatifi tam olarak ortaya koyamamıştır. Kuşkusuz Babacan ve İmamoğlu parlatılabilir hatta Reis’e yeni bir ittifak siyaseti izletilebilir. Tam da bu yüzden göğün altındaki her şey kaos içinde diyoruz bir süredir. 

Bugün bu çalkantılı geçiş döneminde muhalefet siyaseti, emekçilerin direniş eğiliminin aktörlerinin temsiliyeti ve siyasal programını öne çıkaran bir anlayışla örgütlenebilir. Bu program ancak bu direniş ve mücadelelerin öznelerinin anlamlı bir katılımıyla oluşturulabilir. Komite bu ihtiyaç doğrultusunda bir öngörüyle Birleşik Emek Koordinasyonu gibi girişimler yoluyla hiç değilse bu mücadele eğiliminin sosyal taleplerini bütünleştirmeyi hedefliyordu. Kimlik solculuğu aşılamadığı noktada bu girişimler akim kaldı. Bugün gelinen noktada sendikal taleplere dayalı kısmi programlar yetmez, gerçek bir siyasal program gerekecektir. Böyle bir programın olmadığı koşullarda bu çalkantılı siyasal dönemde ya kuyrukçuluk ya da kendi içine kapanma dışında alternatif kalmayacaktır. Buna izin veremeyiz. Örgütlülüğümüzü ilerletmeli propaganda ve mücadele olanaklarımızı genişletmeliyiz. Komiteciler; içinde olduğumuz olağanüstü akışkan, hareketli dönemin hızlı değişen görevlerine adapte olabilecekleri bir örgütsel hazırlık ve yoğunlaşma içinde olmalıdır. En acil hedefimiz olan devrimci bir siyasal hareketi yaratmak görevi ile sınıf mücadelesini geliştirmek görevi hem programatik hem de acil pratik görevler açısından iç içedir, ayrıştırılamaz, birbirinin önüne arkasına konulamaz.​ 

Biz Kırkağaç’ta Ankara’ya yürüme iradesine sahip çıkan madencilerin, kendi öz örgütlerini yaratan PTT işçilerinin, Anadolu’nun en muhafazakâr kasabalarında hakları için direnenlerin yanında kavgamıza devam edeceğiz. Devrimciler, Saray’ı birileri devirsin bizim ayağımıza taş değmesin korkaklığıyla hareket edemez, şovenizmle, mezhepçilikle, halk düşmanlığıyla mücadeleden geri duramaz. Bizim hedefimiz Saray’ın gücüne dair efsaneler üretmek yerine zayıflığını gözler önüne sermektir. Sermaye sınıfının düzen içi alternatifine solu yedekleme tezgâhına çomak sokmaktır. Bizim görevimiz faşizm geliyor tantanasıyla ortalığı ayağa kaldırmak değil, örgütleri iğdiş edilen, haysiyetleri kırılmak istenen, her türden gericilikle çevrilen emekçileri zincirlerini kırmaya sevk etmektir. Öyleyse tarihsel materyalizm ışığında proletarya devrimciliği mücadelesi için ileri!

İsyan, Devrim, Özgürlük!

23 Şubat 2020 Komite Türkiye Toplantısı Sonuç Metni