Gece Karanlıktan Korkarsan, Bu Kenti Ateşe Veririz – Kadın Komiteleri

Cumartesi Anneleri’nin eylemlerinin 700. haftasında devlet, gördüğü direniş ve öfke karşısında paniğe kapılarak Taksim’i tüm toplumsal kesimlerin eylemlerine kapattığını açıkladı. O günden bugüne izledik, deneyimledik ve bu yasakla sınandık. Yasak, Adalet Arayan İşçi Aileleri’ne sonrasında da aşamalı olarak 25 Kasım ve 8 Martlarda bir araya gelen kadınlara uzandı. 17 yıldır kadınlar akın akın Taksim’e geliyor ve isyanlarını birbirlerinin gözlerine bakarak haykırıyordu. Bu ısrarın bugün birçok kadının daha güvende ve daha güçlü hissetmesini sağladığını bilen ve bunu, herhangi bir marjinalize etme ya da korkutma çabasıyla kıramayacağını anlayan devlet ise çözümü 18. yılımızda Taksim’i tamamen kapatmakta buldu.

Kadınların gücü karşısında acziyetlerinin ilanından başka hiçbir şey olmayan bu görüntü elbette ataerki, devlet ve kapitalizm arasındaki birbirinden ayrılamaz ittifakın gereğini bir kez daha gözler önüne seriyor. Bu ittifak ve burjuva devletin şiddet refleksi sadece Türkiye’ye özel bir durum değil. Fransa’da gördüğümüz 8 Mart eylemine yapılan saldırı gibi örnekler devletin zor aygıtını bundan sonraki dönemde de kadın mücadelesini tırpanlamak için kullanacağının açık göstergesi. Tam da bu noktada dünyada kadın hareketi açısından yeni bir konjonktüre girilmiştir, dolayısıyla kitlesel eylem formlarının tekrar gözden geçirilmesi gerekmektedir. Kadın cinayetlerinin ve cinayetlere devlet tarafından gösterilen “toleransın” derecesi giderek artarken, mücadelemiz giderek daraltılmaya çalışılırken ve kent meydanları bizlere teker teker kapatılırken önümüzde duran sorumluluk kavga etmektir diyoruz, çünkü artık gidecek başka yerimiz yok. Bu tespite dair her türlü fikri eleştiriye ve tartışmaya açığız.

Yukarıda bahsettiğimiz tespitten hareketle şimdiye kadar tırnaklarımızla kazıyarak inşa ettiğimiz 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü’nün yok edilme çabasına karşı bir adım geri çekilmenin değil, ileri çıkmanın zamanıdır. Bu yüzden bu 8 Mart’ta şiddet veya gözaltı “riskinin” Taksim’de yürümeye dair göstereceğimiz ısrarı kıramayacağına inanarak tüm diğer kadınlarla beraber Sıraselviler’de toplandık. Polis saldırısı başlamadan önce Eylem Komitesi, “Bu barikata sırtımızı dönüyoruz ve Karaköy’e yürüyoruz” diyerek anons yaptı ve alanı birçok kadınla birlikte terk etmeye başladı. Benzer bir kalabalık ise “Barikata Yüklen” sloganları ile Gece Yürüyüşünü’nün mekânsal hafızasını oluşturan İstiklal Caddesi’ne girme irade ve inancını gösterdi. Bu tutum, Soylu ve dolayısıyla devletin çizdiği sınırlara tabi olmadığımızın, nerede yürüyüp nerede duracağımızın devlet erki tarafından belirlenemeyeceğinin somut görüntüsüydü. Burada şunu söylemekte fayda var: Kadın Komiteleri kavgadan başka seçenek görmemiştir. Bu eğilim ile kitlenin eğilimi arasında açı olabilir. Anlayış olarak bu açıyı gözlemler, bir öz örgüt egosuna kapılmadan eylemin öznelerine bakarız. Tek bir kadın dahi kavga ediyorsa, onun yanında durmayı sorumluluğumuz sayarız. Bunu da bizim adımız duyulsun, şanımız yürüsün, tezgahımız dönsün, şov olsun diye yapmayız. Hele hele solun çokça düştüğü kitle çizgisindeki bir eylemin öz örgütü olma tutumundan sonsuz kaçarız.

8 Mart sonrası bizleri de hedefe koyan tartışmalara dair değerlendirmelerimiz ise şöyle;

  1. Solun öz örgüt illüzyonuna, eylemin organizasyonuna büyük emek veren bir bölümü sol örgütlerden (büyük oranda haklı) eleştirilerle ayrılmış feminist kadınlar da düşmektedir. 25 Kasım ve 8 Martlara kadınlar, ne eylem komitesi ne biz ne de başka bir yapı çağırdığı için gelmektedir. O gece verilen kavgayı kimsenin sol örgütlere duyduğu haklı veya haksız nefretle “itibarsızlaştırmasına” veya en devrimci biziz sanrısıyla kendi hanesine yazmasına müsaade etmeyiz.
  2. Eylemin öznesi olan kadınları örgütlü solcu, feminist düşmanı, kendine feminist bile demeyen kadınlar olarak ötekileştirmek ve marjinalleştirmek kimsenin haddi değildir.
  3. 2018 25 Kasımından bu yana direnme iradesi göstereceğimizi söylediğimiz anda polislerle aramıza giren ve bizle tartışan kadınların dili eril, akılları devlet aklıdır. Biz bu dili, bu aklı ve bu çaresizliği tanıyoruz. Altında yatan sebepleri iyi biliyoruz. Hiç kimsenin konfor alanlarının ve statülerinin ellerinden gitmesinden korktuğu için veya sol içinde girdiği patronaj ilişkilerinin dağılmasından çekindiği için bize polislik yapmasına müsaade etmedik, etmeyeceğiz.

Kadın Komiteleri olarak biz, böylece 2018 yılının 25 Kasımında gördüğümüz öfkenin izlerini takip ederek çıktığımız yolun bizi ne kadar doğru bir noktaya getirdiğini anlamış olduk. Bu öfkenin izlerini Fransa’daki 8 Mart Gece Yürüyüşü’nde “Bütün kadınlar polislerden nefret eder” sloganlarıyla barikata direnen kadınlarda, Mexico City’deki yine 8 Mart’ta bankaları ateşe veren kadınlarda, Kırgızistan, Pakistan, Şili’de devlet erkiyle kavgaya giren kadınlarda görüyoruz. 8 Mart gecesi kadınların gözlerinde gördüğümüz öfke büyüyüp bugün korku duvarlarını yıkmıştır. Öngördüğümüz haliyle de Nevin ve Çilem’le sembolleşen kavgamız bugün yüzlerce kadın tarafından militan bir çizgi halinde doğrudan iktidara yönelecek, polis barikatlarını aşıp Saraylara uzanacaktır. Kadınların yarattığı bu kitlesel militan çizginin ne bir adım gerisinde ne de bir adım önünde olmayacağımızın sözünü vermiştik, 8 Mart gecesi de bu sözümüzün arkasında durduk. Kadınlar vurdu, vurduk; durdu, durduk. Korkan, çekinen kadınlara, aynı gece açılan bir dövizle sesleniyoruz; “Gece karanlıktan korkarsan bu kenti ateşe veririz.”


Kadın Komiteleri