Sermaye Devletinin Trajik Hamaseti

Sandıktaki desteği hala rakiplerinin önünde olmasına rağmen yeni siyasal sistemin dayattığı mutlak çoğunluk çıtasının aşağısına düştüğü görülen Cumhur İttifakı, iktidarını sürdürebilmek için geleneksel hamaset, otoriterlik ve Kürt düşmanlığından oluşan siyasi ezberini her seferinde daha trajikomik sonuçlarla yeniden ve yeniden uygulamaya sokuyor. Bu arada seçmen desteğinin zayıfladığı algısı da iktidarın iç bütünlüğünü sarsıyor ve Anayasa Mahkemesi’ne saldırı gibi başka hesapsız garipliklerin önünü açıyor. Düne kadar daha iktidara uzanmanın zamanının gelmediğini düşünen ya da bu yönde güdülen düzen muhalefeti de cesaretlenmişe benziyor ve işaret almış gibi erken seçimden dem vurmaya başladı. Herkes 3 Kasım ABD seçimlerine kilitlenmiş anlaşılan ama unutmamalı ki Cumhur İttifakı’nın lideri kendini ve bir kısım yakınını kurtarmaya ve yeni iktidar kurgusunda kendine yer kapmaya dönük hamle kapasitesini büsbütün kaybetmemiştir.

Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve onun dolayımında Libya’da her zaman geleneksel Türk dış politikasından köklü bir kopuşu temsil etmediğini ifade ettiğimiz atılımı dalgalı seyrini sürdürüyor. Tersini beklemek de olası değildi; başka yerlerde belirttiğimiz gibi düzen güçleri içinde yeni duruma yönelik iç birlik sağlamaya dönük ideolojik söylem ne kadar kuvvetli olursa olsun Türkiye emperyalist düzenin parçası NATO üyesi bir ülkedir. Bu yüzden bazı kırmızı çizgilere bassa da onları asla aşmaz ve bu çizgiler günümüz konjonktüründe genişlemektedir. AKP’nin özelliği bu genişlikten yararlanmayı bilmek oldu. Hamaset ihtiyacı ve Türkiye’nin geleneksel düşmanlarıyla askeri operasyonları da kapsayan gerginlik çıkarmanın dayanılmaz cazibesi, Yukarı Karabağ’da Cumhur İttifakı açısından verimli gözüken yeni bir saha bulmuş durumda.

Sovyetler dağılınca Azerbaycan’a bağlı Ermeni nüfus ağırlıklı Yukarı Karabağ Özerk Bölgesi, Ermenistan’a katılmak istedi ve askeri yöntemlerle bunu başardı. Yukarı Karabağ ve Ermenistan arasında yer alan Azeri çoğunluğa sahip yedi il de iki bölge arasında coğrafi süreklilik sağlamak amacıyla işgal edildi ve etnik temizliğe uğradı. Tıpkı Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’ta yaptığı gibi askeri yöntemle elde ettiği avantajlı durumu neredeyse otuz yıldır çıkmaza giren diplomatik görüşmelerle donduran Ermenistan uluslararası alanda Azeri toprağı sayılan Yukarı Karabağ ve işgal edilmiş yedi ili Artsakh adında bağımsız bir devlet olarak tanımlıyor. Bir tür KKTC durumu. Azerbaycan’a hakim olan Aliyev-Paşayev aile yönetimi ülkeyi otuz yıldır işgal altında bırakan bu başarısızlığa rağmen petrol ve doğalgaz gelirlerini yağmalayıp dağıtarak, bölge güçleri ve küresel güçler arasında dengeli bir siyaset izleyerek ve bu arada İsrail ve Türkiye’nin desteğiyle askeri teknoloji satın alarak Ermenistan’ın işgali altındaki topraklarını geri alacağını iddia eden bir siyaset sürdürmekteydi. İsrail’in İran’a komşu Azerbaycan’a özel ilgi gösterdiği ortadadır.

Ermenistan’da başbakan seçilen Paşinyan’ın, Ermenistan’ın müttefiki Rusya tarafından batıcı bulunmasını fırsata çevirmek isteyen herhalde bu yönde Türkiye tarafından da cesaretlendirilen Aliyev askeri bir hamle yapmanın zamanı geldiğine hükmetmiş olmalı. Bu durum, 1967’de Altı Gün Savaşı’nda İsrail’e yenilen Mısır’ın yeni lideri Enver Sedat’ın 73’te aslında anlamlı bir siyasi sonuç üretmeden biten Yom Kippur Savaşı’nı ülkedeki kontrolünü arttırmak için kullanmasına benzer bir şekilde Aliyev tarafından kullanılacaktır. Bir kısım askeri başarıdan sonra Rusya’nın nicedir önerdiği Kelbecer ve Laçin hariç Karabağ’ı çevreleyen işgal altındaki Azeri topraklarından Ermenilerin çekilmesi sonucuna ulaşmak, Aliyev için fena bir sonuç olmaz. Türkiye’deki rejim ise hem Azerbaycan’a askeri destek ve silah satışından elde ettiği-edeceği gelirden hem de Ermenistan’a efelenmenin getireceği hamasetten faydalanacaktır. Rusların kurduğu masaya da oturmak ister ama bu olmadığında bile Türk sermaye devletinin hamaset treni, kendisine yeni bir hedef ne de olsa bulur ve kamuoyunu bu yönde gütmeye çalışır. Bununla beraber Türkiye’nin kurucu mitlerinden Ermeni düşmanlığı sahadaki durum beklendiği gibi gelişmezse çok tehlikeli toplumsal olaylara yol açabilir. Devrimciler bu noktada dikkatli olmalı, halkları birbirine düşürecek provokasyonların karşısında durmalıdır.

Cumhur İttifakı rejimi aynı zamanda âdeti olduğu üzere yine HDP’ye karşı adliyeyi harekete geçirdi. Bu operasyondan da birden fazla fayda beklendiği anlaşılıyor. Demirtaş’ın yaklaşmakta olan AİHM Büyük Daire kararına karşı eski soruşturmayı yeni soruşturmaymış gibi açıp tahliyesini engellemekten Kars Belediyesi’ne kayyım atamaya, oradan olası bir seçimde elveriş olabilecek bir parti kapatma davasına, bu adliye operasyonunun geniş bir kullanım alanı var. Anadolu sağının yaşam pınarı olan Kürt düşmanlığının kaşınmasını ayrıca belirtmeye gerek bile yok. Bu tür hamlelerle hem vazgeçilmez siyasi ortak ülkücülere selam çakılıyor hem de sağcı seçmen tabanının ekonomik nedenlerle kopmasının önüne geçilmeye çalışılıyor ya da bunun ivmesi azaltılmak isteniyor. Her ne kadar söylem düzeyinde daha geniş kesimler, mesela eski başbakan Davutoğlu bu operasyonların arkasına dizilmiyor gözükse de, sonuçta Cumhur İttifakı devlet gücünü keyfi kullanacağı mesajını her defasında gerçek bir itiraz olmadan vermiş oluyor. Bununla birlikte bu hukuksuzluklara çekingen itirazlar ifade edebilecek Anayasa Mahkemesi gibi kurumlar da çocukça yöntemlerle baskılanmaya çalışılıyor. Milliyetçilerin var olduğunu iddia ettiği devlet aklı-geleneği paçalardan akmaktadır.

Düzen muhalefeti kendisine yakılacak yeşil ışığı bekleyedursun Cumhur İttifakı hala toplumsal kutuplaşmayı kaşımaya devam ediyor. Fakat emekçi kesimler Türkiye’de kamuoyunun tartışması gereken derin toplumsal ve ekonomik sorunların giderek daha fazla farkına varıyor. Geçen gündem tespitimizi “Bugün iktidarın siyasal gündemi yönetme çabasına karşı, ezilen emekçilerin gündemini kamuoyuna taşımaya çalışmak bir görevdir. Seçim olacak, olmayacak diye papatya falları açanlar gündemi saptırmaktadır. Seçim tarihini siyasal gücü haiz olanlar belirler. Bizim görevimiz bu süreçte siyasal tartışmanın gündemini emekçilerin talep ve mücadelesi doğrultusunda belirlenmesi için çalışmaktır. Seçim gündemi fiilen ortaya çıktığında bir emekçi alternatifi olmadan tartışmayı bu yöne çekmek zordur. Oysa içinden geçtiğimiz koşullarda işsizlik, borçluluk, pandemi koşullarında işçi sağlığı ve güvenliği, kıdem tazminatının savunulması, işsizlik fonunun yağmalanmasına karşı mücadele ve tabi ki örgütlenme özgürlüğü ihlallerine karşı kavga kamuoyunun gündemidir. Yeter ki bunları kamuoyunda görünür olarak yeni medyada ve sokaklarda tartışmaya örgütlemeye cüret edelim” diye bitirmiştik, bu tespit bugün hala geçerlidir. Daha da önemlisi yanlarında durulduğunda sokağa hamle etmeye meyyal emekçi toplulukları pek çok yerde ortaya çıkmaktadır. Bu toplulukları cesaretlendirmek, onların yanlarında olmak Komitecilerin zorlu kış gelirken üstlenmeye talip olması gereken bir görevdir. Biz bu göreve hazır olmalıyız.

*Bu yazı Komite Dergisi’nin Kasım 2020 tarihli 22. sayısında yayınlanmıştır.