Kadınlar Örgütlenerek Güçleniyor

Şule’ye adalet Nevin’in baltası ile gelecek, çünkü öğrendik. Nevin özsavunmayla, kendisine sistematik tecavüz eden Nurettin Gider’in kafasını keserek köy meydanına attı. Meselenin yaşamlarımız olduğunu ve yaşamlarımızı savunmamız gerektiğini öğretti. Şule ise hem patron hem erkek olmasının avantajına sahip Çağatay Aksu ve Berk Akand tarafından katledildi. Hukuk mücadelesinin sadece bir boyut olduğunu ve erkek egemen bir aygıt olduğunu bilen kadınlar mücadeleyi bu bilgiye göre tariflediler. Adalet, Şule’nin davasında kadınların burjuva hukuku karşısında duruşlarıyla ve güçlü kamuoyu oluşturmalarıyla sağlandı. Nevin’in direnişini de Şule’nin davasını da bu yüzden sahipleniyoruz. Nevin’in adaletinin bütün kadınların adaleti olduğunu, Şule’yi savunmanın bütün kadınları savunmak olduğunu ve yaşadıklarının bizlere yol açtığını biliyoruz.

Kadınlar patriyarkal yapıyla tarihin farklı aşamalarında, farklı biçimlerde sömürüldüler. İş bölümü adı altında inşa edilen patriyarkal sistem kadınlara belirli roller biçti, emeğini görünmez hale getirdi, ötekileştirdi, katletti. Zaman içinde toplumsal işbölümünü özsel anlamlar atfetti, kadınlara ne yapabileceğini söyleyebileceği egemenlik araçları inşa etti. “Fıtrat” kisvesiyle kadınların duygularını, hayatlarını, iş bölüşümüne katılımını yönetmeye çalıştı, toplumsal alanlarını (ev) belirledi, kurabileceği ilişki biçimlerine (annelik, çocuk, eş) karar verdi. Ev yaşamını organize etme göreviyle (toplum tarafından dayatılan) kadınların ev içindeki emeklerini “zorunluluk” atfederek görünmez kıldı. “Özel olan” olarak belirtilen ilişki biçimleri veyahut alanlarda uygulanan her türlü şiddet görünmez kılındı, üstü örtüldü. Şiddet kimi zaman “kadınları eğitme aracı”, kimi zaman “erkeğin zevk aracı” olarak görüldü.

Bugün ise sistematik bir tahakküm ilişkisine karşı kazan kaldıran, kazanım elde eden kadınlar unutturulmaya çalışılıyor. Kadınların çalışma yaşamına giriyor olması özgürlük olarak tarifleniyor fakat iş yükü iki misli artıyor, bedenine ve yaşamına tehdit artıyor. Kapitalizm, patriyarkal yapıyla uzlaşabildiği ölçüde uzlaşıyor. Kadınları daha az ücretle çalıştırabiliyor, kadınlara dayatılan “güzel olma zorunluluğunu” pazarlıyorken fabrikalarındaki kadınları en ağır sömürü koşullarında çalıştırıyor. Erillik bütün araçlarıyla öğretiliyor. Pandemi sürecinde çıkarılan “İnfaz Yasası” da katledilen kadınların katillerinin korunması da bunun örneği. Rukiye’nin, Ceylan’ın, Tuğba Keleş’in de katilleri aramızda, kadın düşmanlığının propandasını yapmayı sürdürüyorlar. Kadınların kazanımı olan İstanbul Sözleşmesi’ne saldırıyorlar, sözleşmeyi marjinalize ederek tartışmaya açmaya çalışıyorlar. Kapitalizmin ve patriyarkanın ittifakı sürüyor, öyle soyutlama düzleminde falan değil, somut olarak hayatlarımızda. Yaşadığımız hayatlar ise kabul edilebilir değil, sadece kadın olduğun için katledilme ihtimaliyle dolu. İşte bu yüzden biçilen gömlekleri kabul etmiyoruz ve herkes geri çekilirken “İtaat etmiyoruz” diye haykırıyoruz, “Kadınlar İstanbul Sözleşmesi’ni tartıştırmayacak!” diyoruz.

Haykırışlarımız ve geri çekilmiyor olmamız feminist hareketin gücünü herkes tarafından kabulünü yaratıyor. Bu gücün yansıması da bir o kadar hayatlarımıza sirayet ediyor. İktidarların ve sermayedarların feminizme müdahale etme çalışmalarını arttırıyor. Nasıl mı? Feminist sloganlar üreterek reklam yapan fakat işçilerini ölümüne sömüren dünya devi markalarla (kadın işçi yoğunluğu olan Avon, Flormar vb.), siyasi partilerin göstermelik kadın paketleriyle, fonlanan kadın kuruluşları ve STK’lerle, çözüm bu düzen içinde olanaklıymış gibi yürütülen tartışmalar ve çalışmalarla. Açıkça düzen içileştirme çalışmalarını kabul etmeyen kadınları “öteki” cenah yapmaya çalışıp 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü’nü belirlemeye çalışarak. Çünkü kadınların özgürlüğü sınırlı alanlarda kaldığı ölçüde, belirli kadınların konuştuğu, tartıştığı bir konu olduğu ölçüde absorbe edilebilir. Genel politikayı ve üretim ilişkilerini tahrip etmediği sürece absorbe edilebilir. Peki biz kadınlar patriyarkayı ve kapitalizmi tahrip etmeden özgür olabilir miyiz?

Kadın Komiteleri olarak cevap verelim: Hayır. Patriyarka da kapitalizm de yok olmadan özgür olamayacağız! Siyasi iktidarın kadınların mücadelesinin büyüklüğünden korktuğunu ve kadınlara diz çöktürmeye çalıştığını görüyoruz. Kadınların hergün daha fazla sömürüldüğünü, katledildiğini görüyoruz. Erkek egemenliği bütün aygıtlarıyla kadınlara ve mücadelelerine pervasızca saldırıyor. Kadınların bütün bu saldırılar karşısında mücadele etmesi gün geçtikçe daha yakıcı bir zorunluluk olarak karşımıza çıkıyor. İşte bu yüzden, bugün diz çöktürme çabaları karşısında daha net setler çekmek, düzen güçleri ile uzlaşmaz bir kavga içerisinde olmak, özellikle kadın mücadelesinin değemediği, deneyimlerini aktaramadığı kadınlara ulaşmanın zorunluluğunu taşıyoruz. Kadınların mücadelesini toplumsal koşullardan kopuk, biyolojik olarak sahiplenmiyoruz. Sınıf çatışması yokmuşçasına bütün kadınların kız kardeş olduklarını iddia etmiyoruz. Tarihteki kadınların mücadelesinin, kadınların bugünkü koşullarını yarattığını, toplumsal bir özgürlük olmadan kadınların özgür olamayacaklarını da biliyoruz, tıpkı kadınların gücünü bildiğimiz gibi.

Yeter mi? İleriye gidelim. Kadınlar kadınları yaşatacaklar. Kadınlar İstanbul Sözleşmesi’ni uygulatacaklar. Erilliği dayatan egemenlik karşısında diğer kadınlardan öğrendikleriyle, kendi mücadeleleriyle duracaklar. Kimse olmadan Nevin’in baltasını kuşanacaklar, işyerlerinde eşit işe eşit ücret diyecekler, işyerlerinde statü sahibi tacizci erkekleri yerle bir edecekler, “kadın beyanı esastır” ilkesini benimsetecekler, üniversitelerde “Cinsel Tacizi Önleme Birimleri”nin kurulmasını sağlayacaklar.

Nasıl mı? Patriyarkanın hiçbir kurumu ve aygıtıyla uzlaşmayarak. Birim birim, komite komite yaşamlarını örgütleyerek, birbirlerinden güç alarak ve birbirlerine güç olarak. Bireysel dayanışmalar değil, kadınların temsillerini güçlendirecek araçlar inşa ederek ve bütün kadınların denetimine açarak. Statükoları reddederek, tartışmaları en geniş meclis olarak yaparak. Hiçbir kadının önüne geçmeden, yan yana yürüyerek. Birbirimizden öğrenerek. Geliyoruz; özgürlüğün meşalelerini kuşanarak, ayrı ayrı yerlerden, ayrı ayrı odalardan… Hep bir ağızdan haykırıyoruz:

Kadınlar kadınları yaşatacak, dünyayı yerinden oynatacak!

*Bu yazı Komite Dergisi’nin Kasım 2020 tarihli 22. sayısında yayınlanmıştır.