ÇOĞUNLUK

2010 yapımı Çoğunluk filmi Seren Yüce’nin ilk uzun metrajlı filmidir. Bu filmin ardından “Rüzgarda Salınan Nilüfer” adlı ikinci uzun metrajlı filmini çeken yönetmen alışık olmadığımız bir tarzda sade ve gerçekçi filmler çekmesi ile takdire şayandır. Yüce, filmlerinde devletin ideolojik aygıtlarından biri olan aile kurumunun toplumsal normları yeniden üretmesini anlatmaktadır. Çoğunluk’ta da aile kurumunun egemen ideolojinin belirlenimleri çerçevesinde kendisini ve aynı zamanda üretim ilişkilerini yeniden üretişine tanıklık ederiz.

Filmi özetlememiz gerekirse İstanbul’da, daha çok orta sınıfın yaşam alanı olan Bahçelievler’de yaşayan bir aile ve egemen ideolojinin bu ailenin gündelik yaşam pratikleri içerisindeki yansımalarını görmekteyiz. Egemen değerleri özümseyen bu ailenin yaşadıklarını düzenle herhangi bir dertleri olmayıp bu düzenle ne kadar uyumlu olduklarına şahitlik etmemizi ister, yönetmen. Filmdeki tüm ögeler, egemen ideolojinin söylevlerini fırsat buldukları her anda dile getirme görevini üstlenmiştir; Türklük, milliyetçilik, askerlik, vatan, millet, erkek olmak gibi. Bu ögeler filmde sürekli tekrarlayan ve aslında karikatürize edilmiş durumdadır. Bu kompozisyonla söz konusu öğelerin toplum içinde üretiminin sermaye düzenin devamlılığı için ne kadar önemli olduğu gösterilmeye çalışılmaktadır. Özellikle ana karakter Mertkan’la gelen askerlik hatırlatması ve vatanseverlik vurgusunun yanında devamında gelen sekanslarla iktidarın kendi tabanında yarattığı meşruiyetin kaynağı olan rüşvetçilik, kayırmacılık, kamusal alanların ranta açılması gibi olgular da sunulur. Burada gördüğümüz şey, aslında ‘banal’ milliyetçilik ögelerinin sermaye ile kurulan bağı görünmez kılmaktan öte bir işlevi olmadığıdır. Bu argüman özellikle Mertkan’ın babasında somutlaşır.

Filmin ana karakterleri, AKP dönemiyle birlikte palazlanmaya başlayan inşaat sektöründen aldığı payla zenginleşen bir ailenin üyeleridir. 12 Eylül sonrası resmileşen liberal ılımlı İslami ideoloji ekseninde ortaya çıkan siyasal meşruiyet krizini kırma amacıyla, alt sınıflara kentlere göçün önünün açılması ile birlikte kentsel rantın paylaşımını ve özellikle sermayenin belli ölçülerde el değiştirerek kendine uygun iktidarı bulduğu 2002 seçimleri sonrasında söz konusu ranttan elde edilen zenginliğin küçük bir azınlığa nasıl bölüştürüldüğünü, filmdeki yerli ve milli aileden ve mikro iktidar temsili olan babanın müteahhitliğinden yani inşaat zenginliğinden anlamaktayız. Neoliberal sermaye birikimine uygun bir şekilde gerçekleşen bu dönüşüm sonucunda toplumda meydana gelen sosyal, ekonomik ve politik dönüşüm filmde ifadesini bulmaktadır.

Filmde bir başka dikkat çekici unsur ise aile içerisindeki erkek ve kadınlar arasında her ne kadar görünür olmasa da var olduğu anlaşılan gerilim. İlk bakışta duygusuzluk, vicdansızlık olarak yansıtılmaya çalışan gerilim, daha sonra ki sahnelerde daha derine götürülerek kadının, aile ve toplumsal hayattaki konumunun sorgulandığı bir düzeye getiriliyor. Ev içine hapsedilmiş olan klasik bir kadın portresi çizen anne karakteri kendi konumunu sorgulasa ve konumuna dair rahatsızlıklarını dile getirse de “aile devamlılığını koruma” sorumluluğu ile bundan fazlasını yapmamaktadır nitekim bu maddi gerçeklikle oldukça uyumlu bir pozisyon alıştır.

Filmde özellikle baba ve Mertkan’ın abartılı sınıf kibrini görmekteyiz. Alt sınıfa özgü her şeye karşı içselleştirdikleri nefret ve küçümseme hali birçok davranışlarıyla ve söylemleriyle bize aktarılır. Filmin ilk sahnelerinde pazar günü eve gelmiş olan temizlikçi kadını gören babanın nefret ve tiksintisiyle ve Mertkan’ın kadına uyguladığı fiziksel şiddetle bunun en ikonik örneklerinden birini görürüz. Aynı yaşam alanını paylaşan farklı sınıfları konu alan benzer filmlerde gördüğümüz klasik sahnelerden biri Çoğunluk’ta da karşımıza çıkar. Mertkan temizlikçi kadının kokusundan da rahatsız olmaktadır.

Filmde kapitalizm içerisinde ataerkinin yeniden üretimine şahit oluyoruz. Tüm film Mertkan’ın erkekliğinden kesitleri sunar. Son sekanslarla Mertkan’ın sürgüne gönderildiği Gebze’de erkeklik pratiğini aslında babasına dönüşüşüyle izleriz. İnşaatta çalışan Kürt işçilere karşı tavrı da bize küçüklüğünden itibaren onu kuşatan milliyetçilik ideolojisinin sonuçlarını gösterir. Bu durum bizlere ideolojik aygıtlarla ırkçılığın toplumun kılcallarında ve aile içerisinde üretilerek nasıl işlendiğini ve aktarıldığını da incelikli olarak gösterir. Mertkan’ın son sahnelerde babasını arayarak güç ve otoritenin simgesi olan silahı talep etmesi ile hegemonik erkek tasvirini tam olarak oluşturduğunu çizmek istemiştir yönetmen.

Filmi genel bağlamda ele aldığımızda bizlere kapitalizmin güncel ve tarihsel bütün tahakküm ve sömürü ilişkilerini kendi devamlılığını sağlayacak şekilde tekrardan ürettiğini ve bu üretim içerisinde Ataerkinin de bu anlamda kapitalizme özgü bir şey olmayıp çok daha eski bir tahakküm biçimi olmasına rağmen kapitalizm tarafından yeniden üretilip şekillendirilerek güncel sömürü ve tahakküm ilişkileri içerisindeki konumunu ele almıştır. Bunlara karşı mücadele de ancak bütün sömürü ilişkilerinin bir birbirleriye girdikleri ilişki çerçevesinde ele alarak oluşturulacak bir yöntem üzerine inşa edilebilir.