Ermenek maden işçileri, yoksulluğun onlar için bir zorunluluk olarak dayatıldığı, yaşam koşullarına itiraz etmek yerine şükretmenin tek seçenek görüldüğü, bir avuç varlıklı ailenin devletin bütün olanaklarından faydalanarak zenginleşip onları köleleştirdiği, din, devlet, siyaset eliyle kuşatılan bu sömürü düzeninin oluşturduğu koşulları değiştirmek için itiraz etmeyi öğreniyorlar.
Ermenek madenleri 28 Ekim 2014 tarihinde yaşanılan katliama kadar çoğu maden ocağı gibi kara düzenle işçinin can güvenliğini hiçe sayarak çalıştıysa şimdi de aynı şekilde üretime devam etmekte. Yaşanan katliamdan sonra dahi sanki zamanda hiçbir ilerleme yaşanmamışçasına yoksulluğa mahkûm edilen Ermenek işçileri, aynı kötü koşullarda düşük ücretlere hatta daha çok ücretsiz olarak sermaye ve devlet çıkarları uğruna canları pahasına çalışmaya mecbur bırakıldılar.
Ermenek’te 1967 yılında Cenne Linyit Kömür İşletmeleri A.Ş. işletmesine verilen binlerce hektarlık maden sahalarında bu firmanın sahipleri ÖZBEYLER ve UYARLAR tarafından yöre halkı adeta köle olarak çalıştırılmış. Ücretlerini talep edenler dinsiz olarak, tazminatlarını talep edenler ise devlet düşmanı denilerek patronlar ve düzenin çeşitli organları tarafından baskılanarak, bu koşullarda çalışmaya zorlanmışlardır. Uyar sermaye grubunu daha fazla kar etmek için denetimsiz ve güvenlik önlemi almadan Soma’da 301 madenciyi katletmesinden iyi tanırız. Aynı şekilde Ermenek’te de Uyarlar 301 insanı katletmesinin üzerinden çok geçmeden yine sermayenin çıkarları uğruna işçilerin hayatları hiçe sayılarak üretimin devam edilmesi sonucunda 2014 yılında 18 işçinin daha hayatını kaybetmesine neden olmuşlardır.
Özbeyler’i ise senelerdir peşkeş çekilen bu sahadan ve işçilerin hiçbir hakkını ödememesinden son olarak da gözünü işçinin geçinebilmesinin de tek kaynağı olan maaşlarına el uzatmasından çok iyi tanırız. Her iki sermaye grubu da bu yöre halkının üzerine çöreklenerek sömürü ilişkilerinin devamlılığı için, din, millet, milli servet, haram diyerek abluka altına aldıkları işçileri, madende ölmenin, madende çalışanın kaderi olduğuna inandırarak binlerce emekçinin kanı ve emeği üzerinden zenginliklerine zenginlik katmışlardır. Ancak işçiler 6 yıl önce yaşanan katliamda kaybettikleri kardeşlerinin acısıyla öğreniyorlar. Sarı sendikalar ve onların pratiklerinin kendilerini kuşatan bu sömürü düzeninin aynı zamanda bir parçası olduğunu öğreniyorlar. Direnmenin hakkını aramanın günah olarak telkin edildiği bir coğrafyada öğrendikleriyle haykırıyorlar; madende ölmek işçinin kaderi olmadığı gibi açlıktan ölmekte kader değildir.
Bu iki sermaye grupları tarafından işletilen Cenne havzasında senelerdir tazminatlarını alan bir işçi dahi olmamış. Katliam sonrasında da ölen aileler dâhil diğer hiçbir işçiye tazminatları verilmediği gibi aylarca maaşları da ödenmemiştir. İşçiler emeklilik primlerini doldurmak için bu madenlerde ücretsiz olarak çalışmak zorunda bırakılmıştır. Düzenli aralıklarla maaşlarını alabilmek için iş bırakma vb. eylemler yapmak zorunda kalan işçiler en son Cenne ocağında 13 aylık Seba ocağında da 7 aylık ücretlerini alabilmek için iş bırakarak direnişe geçtiler. Bu zamana kadar devlet erkânından, siyasetçisine, sarı sendikasına kadar kimsenin görmediği duymak istemediği bu işçiler son çare olarak Soma işçilerine de öncülük eden Bağımsız Maden İşçileri Sendikası’yla birlikte direnişe başlayarak artık ölmeye de tazminatsız maaşsız çalışmaya da yeter demişlerdir.
Senelerdir yalnız bırakılan, haklarını alamayıp her merciiye şikâyet eden, mahkeme kararlarıyla tazminatları kesinleşen ama bir türlü bu hakları alamayan, kaderlerinde sadece ölümün reva görüldüğü madenciler, direniş ateşini yakmaları ile birlikte devletin sermayeyle olan kopmaz bağını, devletin polisiyle jandarmasının joplarının onlara kalktığını gördüler. Ankara’ya yürüyüş başlattıklarında devletin kolluk güçlerince biber gazıyla, plastik mermiyle, gözaltıyla saldırıya uğradılar ama bir adım geriye atmadılar. Bu zamana kadar dinle, milliyetçilikle, devletin tüm aygıtlarıyla susturuldular ve yeniden susturulmaya çalışıldılar. Ama yalnızlaştırıldıkça kendi çarelerine bırakıldıkça öğrendiler ve güçlendiler. Şimdi bu güçleriyle günlerdir sürdürdükleri mücadelelerini daha da büyütüyorlar. Ne devletin ne sarı sendikanın ne de siyasi partilerin hiçbirinin onları direnişe geçene kadar görmediklerini öğrendiler.
Bağımsız Maden İş Sendikası öncülüğünde Soma’dan başlayarak Muğla’ya Çanakkale’ye Ermenek’e yani Türkiye’nin dört bir yanındaki maden işçilerinin mücadelesini birleştirip harmanlayarak 80’ler sonrasında ilk defa madenciler lehine yasa çıkartılmıştır. Aynı süreçte Ankara yürüyüşünde yolları kesilen madencilerin başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesi tarafından şehirlerarası karayollarında gösteri yürüyüş yapılmayacağına dair olan yasayı iptal ettirmişlerdir. Bu değişiklik sadece işçiler açısından değil, ezilen tüm toplum kesimleri açısından bir kazanım sağlamıştır. Bu direniş pratikleriyle görüyoruz ki sonucu ne olursa olsun direnişin kendisi mücadele tarihi açısından önemli dersler vermekle birlikte zafere giden yolun taşlarını döşemektedir. Bu çerçeveden bakınca kazanılmış her hak sınıflar mücadelesinin belirleniminde elde edilmiştir ve yine mücadelelerle kalıcı hale getirilebilir. Hemen her direnişte duyduğumuz ‘’ÖLMEK VAR DÖNMEK YOK’’ sloganı insanların vicdanlarına seslenen, bir mağduriyet anlatısı değil sömürü düzeni içindeki işçilerin hakikatini en açık bir şekilde dile getirmeleridir. Ya açlık ve iş cinayetleriyle ölümü bekleyecekler ya da bu sömürü düzenini alaşağı edene kadar mücadeleyi yükselteceğiz.
*Bu yazı Komite Dergisi’nin Kasım 2020 tarihli 22. sayısında yayınlanmıştır.