Sermaye Devleti Kıyafet Değiştirmeye Hazır

Bir süredir ileri sürdüğümüz gibi SARS-Cov-2 salgınıyla ağırlaşan küresel ekonomik durgunluk ortamında 15 Temmuz sonrası ilan edilen OHAL’de en kuvvetli hale gelen ama yerel seçimdeki mağlubiyetten beri düşüşü iyice belli olan Cumhur İttifakı iktidarı ağır çekimde bir erken seçime sürükleniyor. Bu sürüklenmenin ABD seçimleri ertesinde daha görünür olacağını da öngörmüştük. Bu süreçte Cumhur İttifakı’nın dayandığı Reisçi mite uymayacak bir biçimde kimi siyasi figürlerin Reis’e karşı şahsiyet gösterileri içine gireceği beklenen bir gelişmeydi. Gene de damadın istifası ve peşinden yaşanan drama her tür beklentinin üzerinde oldu. Saray temelinden sarsıldı ama kitle iletişim araçları üzerindeki kontrol bu sarsıntının olduğundan küçük görünmesini sağladı. Lakin unutmamak gerekir, muhalefet saflarında da erken seçim talebi kısa bir süredir daha sesli biçimde dile getirilir oldu. Sokakta mücadele edenler kamu idaresinin bazı küçük memurlarının bile kendi başlarına kaldıklarında iktidara karşı güvensiz olduklarını görebiliyor.

İktidar rıza üretme kapasitesini kaybettikçe ne yapacağını daha fazla bilemez hale geliyor, bir bakıyorsunuz reformdan bahsediyor, bir bakmışsınız muhalif kesimlere dönüp sopanın ucunu gösteriyor. Fakat asıl önemlisi büyük sermaye kesiminin temsilcilerinin giderek daha yüksek sesle iktidarın bu kararsız ve zayıf tutumuna karşı eleştirel tutumlarını dile getirdiklerini duyuyoruz. Sokaktaki büyüsünü kaybeden Reis, sözcüsü olduğu iktidar birlikteliğini bir arada tutmakta zorlanıyor. Bu durum büyük basının içinde bulunduğu durumdan dolayı çok faş olmasa da dünyada herkesin bildiği bir sır olarak ortadadır. Bu noktada bir yandan Reis’in Devlet Bahçeli şahsında simgelenen güçlere mecburcu olduğu, diğer yandan da bunları daha önce liberallere ve FETÖ’ye yaptığı gibi sırtından atmak üzere fırsat kolladığı dile getirilmektedir. Bugün Reis’i tercih ettiği herhangi bir siyasal seçeneği istediği anda uygulayabilecek bir güçte görmek ve göstermek pısırık muhalefetin önde gelen üçkâğıdıdır. Bu muhalefet pısırıktır çünkü ya Batılı “demokrasi” güçlerine ya da CHP’ye bakmakta, ama her zaman küçük nüvelerini ve kıvılcımlarını gördüğümüz halktaki itiraz ve direnme eğilimlerine kendini adamaktan ısrarla kaçınmaktadır.

Komite, referandumun sonrasından itibaren vurgulayarak Saray’ın, sermaye devletinin bekası için öne sürdüğü faşizan tek adam diktatörlüğü önerisine bir düzen alternatifinin Millet İttifakı biçiminde inşa edildiğinin altını çiziyor. 23 Haziran’a Doğru Geri Adım Atmak Yok başlıklı yazıda şöyle demiştik; “Yeni rejimin ‘ebesi’ olacağı düşünülen Cumhurbaşkanı’nın önlenemez yükselişi ve onun etrafında bir tek adam rejimi oluşturulmasının kökeninde, sermayenin sömürü düzeninin arkasına saklandığı bir meşruiyet perdesine ihtiyaç duyması gerçeği vardır”. Sermaye devletinin meşruiyet sorununu farklı rejim tipleri üzerinden çözmeye çalıştığını, 15 Temmuz’da ayyuka çıkan politik sorunun Erdoğan’ın kendi etrafında kontrgerilla temelli bir konsolidasyonla çözme önerisiyle aşılmaya çalışıldığını ama alternatifsiz kalmak istemeyen sermaye düzeninin Millet İttifakı’nda bir yeni seçenek aradığını öne sürmüştük. Sonuçta sermaye düzeni sürekliliği için kimi durumlarda ve kısa vadede zora dayansa da esas olarak rızaya ihtiyaç duyar. Bu yüzden burjuva demokrasisi kapitalist toplumsal formasyonun en sevdiği kıyafetidir.

Unutulmaması gereken nokta bu zaaf ve politik çalkantıların altında yatan yapısal sıkıntıların varlığı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihsel olarak biriktirdiği siyasi cüruftur. Bu yüzden Türkiye’de Rejim Krizi yazısında “Yeni rejim, Erdoğan’ın kafasından çıkmadı, gerici Cumhuriyetin rahminde büyüdü ve yine onun belirleyicisi olduğu bir konjonktürde dünyaya geldi” demiştik. Türkiye, bir kısım uzmanların kendi jargonlarında ifade ettiği gibi bir sermaye birikim rejimi krizi sorunuyla karşı karşıyadır ve bu sorunun ulusal olduğu kadar, hatta ondan daha fazla, küresel boyutları da vardır. Bu yüzden bu çalkantıların sonu basitçe siyaset alanının yeniden düzenlenmesiyle çözülemez ama siyaset alanı yeniden düzenlenecektir. Yeni anayasa tartışmalarının ve kimi anayasal önerilerin bugünlerde ortaya çıkması da boşuna değildir. Esasen 15 Temmuz’dan beri de bu sürecin içindeyiz, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi var olduğu haliyle bu değişim tiyatrosunun ilk perdesi olabilir. Mevzu zahirde öyle görünse bile liberallerin tartışmayı sevdiği gibi bir demokrasi ve dikta sorunu değildir, sermaye devletinin rıza üretmesini sağlayacak bir siyasal rejimin inşası sorunudur. Bu rejimin ideal kıyafeti demokratik olabilir ama pekâlâ dikta libaslarını da giyebilir. Bu noktada, küresel emperyalizmin merkezi ABD’deki siyasal yönelim de belirleyici olacaktır. Nitekim Türkiye’nin egemenleri Biden havasına uyum sağlama adımlarına şimdiden başlamıştır. Belki ideolojik Avrasyacılar dışında kimse, Bahçeligiller dâhil kimse, bu eğilimin dışında kalmaz. Şu ya da bu biçimde hizaya girer.

Bu noktada şu anda iktidarda olan ittifakın mekaniğine yakından bakmalıyız. Çünkü görmeye başladığımız siyasi yalpalamaların nedeni burada yatmaktadır. Aslına bakılırsa MHP, AKP ile değil Reis ve hanedanıyla ittifak kurmuştur. Ulusalcılar ve diğer kontrgerilla artıkları için de aynısı geçerlidir. Bu yüzden kamu idaresinde bol miktarda ülkücü, İslamcıları ekarte ederek göreve gelebilmektedir. Hatta İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Aydın gibi İslamcıların sivil bürokrasideki en ağır isimlerinden, doksanların şaibeli isimleri lehine vazgeçilebiliyor. Çünkü Ağar, AKP ile değil doğrudan Reis ve ailesi ile müttefiktir. Bu şartlarda AKP ve temsil ettiği İslamcılık bir koma durumundaydı. Fakat bu sürdürülebilir bir durum değildir. Meral Akşener başta olmak üzere merkez sağ ve AKP’den kopan diğer siyasal partiler geleneksel sağcı taban arasında sokakta çalışıyorken komada olan bir siyasal aygıt reaksiyon gösteremez. Bu durumda Cumhur İttifakı’nın seçmen tabanının altının oyulması kaçınılmazdır.

Bu erimeye ancak canlı bir siyasal mekanizma dur diyebilir. Tam da bu yüzden Reis, AKP’yi yeniden devreye sokmak istemiş, daha ziyade bütünüyle ortada kalmamak için buna mecbur olmuş ve Efkan Ala, Lütfü Elvan ve Naci Ağbal gibi isimleri yeniden göreve çağırmıştır. AKP aygıtının dirilişi ise Cumhur İttifakı’nın içindeki uyumsuzluk ve sarsıntıları arttırır hatta Albayrak istifasının gösterdiği gibi hanedanın iç uyumunu bile tehdit eder. Zira AKP gibi köklü bir politik aygıt kimsenin siyaseten test edilmemiş prensleri ile kendi yerine kamu idaresindeki makamlara çökmesine izin vermez ya da ittifakın ikincil unsurlarının en etkili kamu görevlerini kapmasına göz yummaz. Damadı yemekle kendine güveni gelen AKP’ciler, ülkücü ve kontrgerilla döküntüsü ve ulusalcıların elindeki makamların bir kısmını geri almak istediğinde Cumhur İttifakı, Bayraklı’dan ya da Avcılar’dan beter sallanır. Beştepe’nin betonunun sağlamlığı kamuoyu önünde test edilir. AKP’cilerle İttifakın diğer ortakları çatışacaktır ve bu ortamda bu çatışma Cumhur İttifakı’nın paçalarından akacaktır. Şu an muhalefet saflarında olan liberaller, Kürt Özgürlük Hareketi’nin de aklını çelmeye çalışarak bu yalpalanmalar sırasında Reis’e ikinci bir şans bile verebilir. Millet İttifakı’nın bu noktada çekincesi olmayacağı açıktır. Bunlar bizi ilgilendirmez.

Karantina Günlerinde Siyaset yazısını şöyle bitirmiştik, bugün değişen bir şey yoktur: Egemenler son beş yılın siyasal çalkantılarından sermaye sınıfının taleplerini hayata geçirmek için faydalandılar (sadece emekçiler ses çıkardığında bazı kırmızı çizgileri aşamadan durdular) ama yukarıda altını çizdiğimiz “sarsıntılar” arttıkça, geçim şartları bozuldukça iktidar değişikliği talebi emekçiler arasında güç kazanıyor. Cumhur İttifakı’ndan kurtulmak bu sermaye sınıfı yanlısı eğilimi tersine çevirmekte bir ilk adım olacağı için anlamlıdır. Bununla birlikte ömrü sayılı olduğu gözüken Cumhur İttifakı’nı başka bir koalisyonla ikame etmek giderek daha fazla sermaye sınıfının (yeni) yönelimi gibi gözükmektedir. Ne de olsa gelmekte olan ekonomik krizden faydalanacak teknokrat ağırlıklı bir koalisyon hükümeti de karantina döneminde iyice ayyuka çıkan Saray idaresi rezalet ve kifayetsizliklerinden dolayı büyüsü kaybolan Reis olmadan sermaye yanlısı bu eğilimi halkın desteğini alarak sürdürebilir.

Biz şunu biliyoruz; demokrasi, yürütmenin başının değişmesiyle gelmez, emekçi halkın taleplerinin siyasal sistemde daha çok karşılık bulmasıyla gelir. Halkın ve emekçilerin tepkisi esas olarak tüm dünyada sermaye lehine işlediği ortaya çıkan bu düzenin tekerine çomak sokmak gerektiği anlayışı doğrultusunda yönlendirilmelidir. Buna değil de başını CHP’nin çektiği demokrasi ittifakına kuyrukçuluk yapmaya ya da bu ittifaktan sağcıları defetmek için CHP’ye öğüt vermeye talip olmak devrimcilik değildir. Ne bugün ne de herhangi başka bir zaman. Erken seçim ne zaman olacak diye papatya falı açmak da bizim işimiz değildir. Bizim işimiz, Türkiye bir erken seçime sürüklenirken bu baskı ortamında sinen, etkisizleşen solla direnen işçiler arasındaki kontrastı görünür kılacak şekilde işçi mücadele ve direnişlerinin yayılmasına ve kamuoyunda gündem olmasına yardımcı olmak ve bu doğrultuda bir emekçi siyasal alternatifinin inşası için inisiyatif geliştirmektir. Ne emek mücadelesi ne de demokrasi mücadelesi egemen sınıfın siyasal kurumlarının gölgesinde gelişir.

İçinden geçmekte olduğumuz tarihsel dönem pek çok siyasal gelişmeye açık. Karantina koşulları tüm dünyayı vuran ama Türkiye’yi özellikle etkileyen iktisadi durgunluk koşullarını ağırlaştırıyor. Ülke içinde para dolaşımının bu kadar yavaşlaması ve Türkiye’ye giren yabancı sermayenin azalması hem esnafın cirosunu düşürüyor hem de AKP türü sosyal politikayı sürdürmeyi zorlaştırıyor. Bu yüzden Reis’in halk desteği özellikle kentsel merkezlerde sallanmaktadır. İslamcılar dağınık ve moralsiz AKP etrafında kenetlenen aygıt şişkin ama beceriksiz. MHP ve diğer Cumhur İttifakı bileşenleri Reis’in geçmişinden getirdiği kadrolardan rahatsız. Sermaye düzeni gün geçtikçe bu ihtiyacı daha fazla hissetse de henüz at değiştirmeyi becerememiştir ama seçenekleri vardır. Göğün altındaki her şey kaos içinde. Eğer halk mücadelesi güçlenir ve politikleşirse bu beceriksiz ve uyumsuz siyasal aygıt Cumhur İttifakı’nı kurtarmaya yetmeyecektir. Bundan Millet İttifakı temelli bir başka düzen alternatifinin şu ya da bu biçimde faydalanmasında emekçi halk için temelli bir maddi kazanım olmaz. Bizler, direnen halkın yanında durmalı, onların düzen reddiyesine olabildiğince akılcı bir politik yönelimi eklemleyebilmeliyiz. Önümüzdeki bir yılın siyasal görevi budur.

*Bu yazı Komite Dergisi’nin Ocak 2021 tarihli 23. sayısında yayınlanmıştır.