1 Mayıs’a doğru işçi hareketinde yeni arayışlar

Pandemi sürecindeki ikinci 1 Mayıs’a giderken işçi hareketinin bu zaman dilimini ülkedeki toplumsal hareketler içerisinde en dinamik, parçalı da olsa aktüel gündemi belirleyen bir ivmeyle geçirdiğini görüyoruz. Bu süreç içinde pandemiyi lehine kullanma becerisi gösteren sermaye sınıfı ve onun devleti, bir yandan ekonomik krize yaslanıp emekçilere ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışarak bir yandan da sömürünün bu yoğunlaşmış biçimine itiraz eden emekçileri İş Kanunu’nun 25/2 maddesinden (Kod-29) işten atarak saldırılarını yoğunlaştırdı. İşten atılmayan işçiler ise Avrupa’nın sondan ikinci kölelik -asgari- ücretiyle geçinmeye ve daha fazla çalışıp daha az kazanmaya mahkum edildi. İşten atmanın sözde yasaklandığı bu dönemde sadece 2020 yılı içinde 176 bin 662 işçi Kod-29 “ahlak ve iyi niyet kurallarının ihlal edilmesi” gerekçesiyle işten çıkarıldı ve bu madde nedeniyle tazminatlarına, işsizlik maaşlarına sermaye ve devlet tarafından el konularak açlığa itildi.

Birçok sendika ve konfederasyon ise sermaye sınıfının ve devletinin bu yoğun saldırılarına karşı “işten atma yasağı” kandırmacasına dört elle sarıldı ve bunu memnuniyetle karşıladı ya da sadece seyretti. Şirketler pandemide kâr rekorları kırarken emekçilerin vergileriyle oluşturulmuş İşsizlik Fonunun Kısa Çalışma Ödeneğinin sermaye sınıfı lehine yağmalanması ve bu KÇÖ sayesinde işçilerin kıdem vb. haklarının kaybının olması da Hak-İş, Türk-İş, DİSK, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) ile birlikte savunuldu! Mevcut birçok sendika ve konfederasyon, işçilerin yoksulluk yanında açlık olgusuyla karşı karşıya kaldığı bu dönemde Kod-29’a, ücretsiz izin dayatmasına, sendikal baskılara karşı direnen işçilerin yanında olmaktan onların yanında görünmekten çok TİSK’le, AKP veya CHP ile yan yana gelmeyi, açıklama yapmayı tercih etti.

Bir taraftan sermaye sınıfının yoğun saldırıları, AKP’nin OHAL ile gittikçe artan işçilerin örgütlenme, direniş, grev haklarını fiilen askıya alan ve hukuki yollarla sınırlayan tutumu ve diğer taraftan işçi hareketinin hakim sendikal merkezlerinin, konfederasyonlarının sermaye düzeninin o ya da bu kanadı tarafından içerilmesi… İşte işçi hareketi pandemi ile daha da ayyuka çıkan bu cendere ve aymazlığa karşı son 1 yılda tekil tekil de olsa daha çok ayağa kalkmaya başladı. Burada ‘daha çok’ diye vurguladığımız bir niceliksel artıştan ziyade yukarıda bahsettiğimiz sömürü ilişkilerine karşı işçi hareketi içinde direnme eğiliminin güçlenmesidir. Patron, sarı-bürokratik sendika, siyasal hegemonya AKP’li yıllarda hiç olmadığı kadar bu dönemde dirençle karşılanmaya başlamıştır. İşçiler, ülkede neredeyse her grevin, direnişin fiili yasaklandığı bir ortamda hem patrona karşı direnirken hem siyasi iktidarla o ya da bu şekilde karşı karşıya gelmeye, bazen sendikalarına rağmen bazen sendikalarına karşı ayağa kalkmaya ve direnmeye cüret etmeye başlamıştır.

Burada tek tek her bir direnişi sayamasak da bir kısmına değinmek söylemek istediğimizi daha anlaşılır kılacaktır. 2020 Kasım’ında Soma ve Ermenek’ten Ankara’ya yürüyüşe geçen madenciler ülke gündeminde yer bulmuş ve yürüyüşün Soma kolunun İçişleri Bakanı’nın çözüm sözüyle eylem somut kazanımla ilerlemiştir. Ermenek kolu ise fiili olağanüstü hal altında direnmeye devam etmektedir. Türk-İş’e bağlı sarı sendika Türkiye Maden İş geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada mücadelenin öncülüğünü yapan Bağımsız Maden İş’i “konfederasyonlarca kabul görmeyen” diye nitelemiştir ve bu doğrudur. Konfederasyonlar somut bir şekilde madencilerin mücadelesini bırakın desteklemeyi, neredeyse görmeye bile tenezzül etmemiştir. Yine DİSK’e bağlı Nakliyat-İş’in ülke çapında süren onlarca direnişi de hem kendi konfederasyonu hem de diğer konfederasyonlar tarafından görülmemektedir. PTT’de taşeron işçiler 2019’da bağımsız sendika kurup hızla barajı aşmış ve toplu sözleşme imzalamışken tüm PTT-SEN yöneticileri Kod-29 ile işten atılmıştır. 100 günü aşkın süredir direnişlerini sürdüren, mücadeleleri ile ulusal kanallarda yer bulan PTT-SEN’i de hiçbir konfederasyon görmemektedir. DİSK’in en büyük sendikası Genel-İş üyesi işçiler, Şubat ayında Kadıköy ve Maltepe’de sendika merkezine rağmen greve çıkmışlar ve bir süre sonra sendika merkezinin müdahalesiyle grevi sonlandırmışlardır. Ve bir iki tweet atmak dışında DİSK yönetimi işçilerin yanına dahi gitmemiştir. Devam edelim. 100’lü günlere yaklaşan ve son günlerde kamuoyunun yakından takip ettiği bağımsız sendika DGD-SEN’in Kod-29 ile üyelerinin işten çıkartılmasına karşı başlattığı direniş de ne hikmetse yine konfederasyonlar tarafından görülmemektedir. Listeyi böyle uzatabiliriz ancak nihai olarak söylemek istediğimiz net: İşçi hareketinin hakim sendikal merkezlerce, konfederasyonlarca görmezden gelinmesi onun doğru yolda olduğunu gösteren bir turnusol haline gelmiştir.

Geleneksel sendikal hegemonya dağılmaktadır ve bununla birlikte geleneksel mücadele yöntemleri ve araçlarına dair eleştirel arayış artmaktadır. Bu arayışların ve işçi hareketi içinde hakim hegemonyaya karşı eğilimin güçlendiği bir dönemde 1 Mayıs’a gidiyoruz. Bu eğilimin işçi hareketi içinde kuvveden fiile geçmesi, merkezileştirilmesi ve devrimci bir politik hat üzerinde geliştirilmesi önümüzdeki dönemin somut görevlerindendir. Bu görevler ışığında ve son bir yılda işçi hareketinden çok kez öğrendiğimiz gibi, fiili yasağa karşı fiili direniş şiarıyla 1 Mayıs’a!

*Bu yazı Komite Dergisi’nin Mayıs 2021 tarihli 25. sayısında yayınlanmıştır.