Yolun Sonunda Görüşürüz

Yönetmen Chloe Zhao’nun 3. Uzun metraj filmi Nomandland geçtiğimiz aylarda seyirciyle buluştu. Venedik Film Festivali’nden Altın Aslan ödülüyle dönen filmin başrollerini bu filmde oyunculuk performansının sınırlarını zorlayan Frances McDormand ve David Strathairn paylaşıyor. Jessica Brurder’in “Nomadland: Surviving America in the Twenty-First Century” adlı kitabından uyarlanan film Amerikan rüyasını göremeyenleri neredeyse belgesel dememekte zorlanacağınız bir tarzda kadrajına alıyor. Film western tarzıyla eşleşen bir bölgede Batı Amerika’nın taşrasında geçiyor. Sahne sekansları da bu tarz destekliyor.

Film ilk sahnesiyle şefkatli bir huzursuzlukla bizi kucaklayacağının sinyallerini veriyor. Uzun yıllar küçük bir şehirde düzenli bir hayatı savmış olan Fern, kocasının ve yaşadığı kentin ölümüyle yerleşik hayatından vazgeçiyor. Hem sağlıklı bir yas hem de bir kadının özgürleşme hikayesini izleme fırsatını bize veren bu hikaye 2008 krizi sonrası neoliberal kapitalizmin ölüme mahkum ettiği milyonlar arasında yaşlılara odaklanıyor. Amerikan ideallerinin hakikatteki vukusunu Fern’in yolculuğunda adım adım izliyoruz. Ömrü boyunca emek gücünü satmak zorunda kalmış olan Fern ve karavanda yaşayarak evsiz olmayı yurtsuz olmaya tercih eden diğer emsalleri film boyunca aklınıza gelebilecek tüm güvencesiz ve geçici işlerde çalışmak zorunda kalıyorlar. Bir bakıyoruz Fern çalışanlarına ettiği sistematik zulümle ünü dünya çapına yayılmış ve her yıl grevlerle çalkanan Amazon’da çalışıyor. Daha sonra bir cafede garson olmuş. Başka bir sahnedeyse bir kamp alanında çöp topluyor. Film, yaşamak için bu işleri yapmaya mecbur olduğu Fern’i hiç “mağdur” kılmadan ve durumunu ajite etmeden sadelikle anlatıyor. Birer ucuz iş gücüne dönüşmüş bu göçebe insanlar bir yandan da hayatı kovalıyor. “Başka çareleri mi var?” diye sorabilirsiniz pek tabii ama filmde bir özgürleşme hikayesini izlediğimizi söylememizin sebebi buydu. Fern tüm ailevi ve dostane yuva tekliflerini reddediyor ve parasız da kalsa arabası da bozulsa bunların hayatının yolculuğunda ona engel olabileceğine sürekli itiraz ederek yaşamaya devam ediyor. Melankolik bir yaşama sevinci diyebiliriz izlediğimize. Sosyal devletin mezarına son toprak atılmış, insanlar kapitalizmle yalnız bırakılmış, yaşlıların emek güçlerini satmaları karşılığında hak ettikleri emekliliğe kavuşmaları bir hayal olmaktan bile çıkmış ama Fern çırılçıplak bir derede yüzüyor, bazen tipi ortasında lastiğini değiştiriyor ve hayatını gerçekte de bu şekilde geçiren diğer karakterlerle dayanışarak kendine güç topluyor.

Nomandland belirsizliklerin ve aşırılıkların çağında çaresizliğe, ölüme ve yalnızlığa itilmiş insanların yollarını ve birbirlerini buluşlarını sadelikle anlatan bir 21. Yüzyıl kapitalizm eleştirisi. Fern’in ve diğer orta-yaş ve üstü yol arkadaşlarının bu yolculuktaki güçlü halleri ve filmde yer alan radikal göçebe destekçisi aktivist anti-kapitalist göçebe lideri Bob Wells’in filmdeki konuşmaları bizi motive etse de, bir kadını bu hayat kavgası içinde dimdik bir şiirsellik içinde izlemek derin bir nefes almamıza sebep olsa da Fern’in mücadelesi yaşama devam edebilmek için emek gücünü satmak zorunda kalmadığı bir yöne evrilene kadar savaşmanın zorunlu olduğu filmden çıkarılacak sonuçlardan belki de en önemlisi. Filmden bir replikle bitirelim. O güne kadar hangi yaşta olduğu, hangi coğrafyada ve hangi şartlarda yaşadığı fark etmeksizin sonuna kadar savaşacağız ve bu yolda kimseye, hiçbir sınıf yoldaşımıza veda etmeyeceğiz çünkü “hep yolun sonunda görüşürüz”.

*Bu yazı Komite Dergisi’nin Mayıs 2021 tarihli 25. sayısında yayınlanmıştır.