Türkiye’nin “Deniz”leri Kırılmakla Bitmez

2021 yılının Mayıs ayından itibaren Sedat Peker’in ifşaları siyasal gündeme damga vurdu ve iktidar koalisyonunun siyasal fay hatlarını kamuoyunda görünür kıldığı gibi bunları kısmen tetikledi de. Sonuçta Saraylılar birbirine girdi, MHP ile AKP arasındaki açı derinleşti. İnsanlar hayatlarını, refahlarını çalan ve şimdilerde ortalığa saçılan bu pisliği televole izler gibi seyrediyor. Muhalefet de aynı pasif tutumu benimsiyor. Oysa çürüyen iktidar koalisyonu pasif değil hareketli. Durumunu kurtarmak için çeşitli taktikler geliştiriyor, kontrgerillanın eskimeyen oyun kitabından çeşitli sayfaları dolaşıma sokuyor. İktidardaki çatlakları örtmenin bir yolunun da kontrollü şiddeti arttırmak ve ahali arasında korkuyu yaygınlaştırmak olduğunu Türkiye yakın tarihindeki örneklerden biliyoruz. Nitekim Mehmet Eymür, Peker’in ifşalarını yorumlarken siyasi cinayetler olacağına dair kehanetini dile getirmiştir.

Ortalığa saçılan bu pislikten bir hayır çıksın diye beklemiyoruz. Yağmalanan; malımız, canımız, emeğimiz ve çocuklarımızın geleceğidir. Bizden başkası bunun hesabını soramaz. Ülkenin sömürü ve baskı altında tutulan ezilen ve emekçilerinin mücadelesi er geç bu köhnemiş kapitalist düzenin bütün hesaplarını kapatacaktır; yalnızca buna inanıyor, başka umut taşımıyor ve bunun için çalışıyoruz. Solun hatırı sayılır bir kesimi epeydir ezilenlerin, sömürülenlerin mücadelelerine uzak kaldığından, devrimcilik bir yana herhangi bir demokratik değişimin bile nasıl gerçekleşeceğini unutmuş görünüyor. Bu yüzden egemenler cephesinden gelen her hamlede kolayca umutsuzluğa kapılıyor ve asli görevlerine dönüp sömürülen halkın örgütlenmesine destek olacağına; kendiliğinden gelişmelere, düzen muhalefetine ya da belki mucizelere bel bağlıyor. Bu tutumunu haklı kılmak içinse, ‘büyük bir karşı devrim gücü örgütleniyor, ülke batıyor, çare kalmadı’ ve benzeri söylemlerle felâket haberciliği yapıyor. İktidarın kontrollü şiddet yaratma pratiklerini yorumlarken bilinçsizce ve şuursuzca yorumlar yapıyor ve halk arasında siyasal çekingenliğin, pasifliğin yaygınlaşmasına bilinçsizce sebep oluyor.

Bu ortamda, HDP’nin kapatılması istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne sunulan iddianamenin görüşüldüğü saatlerde partinin İzmir İl Örgütünde yapılan saldırıda, adı Deniz Gezmiş’ten esinlenip konulan HDP üyesi Deniz Poyraz katledildi. Tetikçinin önemi yok, katili biliyoruz, tanıyoruz. Zaten kendini gizlemeye gerek duymuyor, ona katliam emrini verirken bir taşla iki kuş vurmak isteyenler böyle istemiş herhalde. Bu kurşun “barışa, kardeşliğe, demokrasiye” ve benzeri ulvi kavramlara sıkılmamıştır, çünkü bunlar zaten Türkiye’de yok. Bunları kapitalist devletlerde aramayın, bulamazsınız. Kurşun sadece tüm hukuksuzluklara ve zorbalıklara rağmen iktidara boyun eğmeyen siyasal tavra sıkılmıştır. Katillerin tasmasını tutanlar aynı zamanda acımasız kan dökücülüklerinin sonuçlarını birbirleri arasındaki itişmede de kullanmak isterler. Canavarın doğası budur, o yüzden bu aşağılık cinayeti de Hrant Dink katledildiğinde yaptıkları gibi ortaklardan bileti kesileni postalamak için kullanabilirler.

Bu zulmü alt edene dek direneceğiz ve halkı direnmeye, mücadele etmeye, örgütlenmeye davet edeceğiz. Bu davet halkı korkutarak, Cumhur İttifakı iktidarını olduğundan daha güçlü, daha muktedir göstererek yapılamaz. Özellikle gazetecilere yönelik siyasi cinayetler, Kürtlere Alevilere yönelik kontrollü kitlesel şiddet eylemleri, Kürt Özgürlük Hareketi’nin siyasi temsilcilerine dönük devlet terörü pratikleri tarihimizde vardır. Bugün de böyle bir şiddet süreci yürürlüğe sokulabilir. Fakat bugün iktidar, bu konuda daha zayıftır. Sırf Peker ifşaatı bile bu zayıflığın hem bir nedeni hem de zaten bir sonucudur. Emekçi halk özellikle pandemi günlerinde muktedirlerin yolsuz ve şımarık şatafatını gördükçe kendi yoksulluğunu daha ağır hissetmekte ve buna tepki göstermektedir. Bizlerin görevi bu doğal tepkiye ket vurmak değil, onun kriminalize edilmesine izin vermeden kitlesel bir biçimde ve güven içinde yayılmasını sağlamaktır. Devrimcilerin güncel görevi budur. Önümüzdeki seçimlerin, iktidar partisinin son seçimi olması muhtemeldir. Bu seçim yenilgisi düzeni değiştirmese de toplumun kısa süreliğine rahat nefes almasını sağlar. Ama böyle bile olsa, yürütmeyi devralacak yeni siyasal oluşum uzun süre enkaz edebiyatı yapacak ve toplumu anayasa ve devlet kurumlarının nasıl değiştirileceği gibi içi boş tartışmalarla oyalayacaktır. Sonuç, ekonomik krizden çıkış için acı reçetenin halka güle oynaya içirilmesi olacaktır. Cumhur İttifakı’ndan kurtulmak elbette halkın yararınadır ama kendi gerçeklerimizi unutup, bu tür olası gelişmelere yatırım yapan hayallerle de avunamayız. Düzen muhalefetinin peşine takılarak zaman harcayamayız. “Önce ‘demokrasi’ (restorasyon diye okuyun) gelsin, sonra kendi işimize bakarız” misali reformist politikalarla işimiz olmaz. Kaderimiz, emekçilerin ve ezilenlerin kaderiyle birdir. Kitabımızda zihin karışıklığı, umutsuzluk ve kendimizi olduğundan farklı göstermek gibi davranışlar yer almaz. Yolumuzu çay üreticilerinin, İkizdere’yi savunanların, cinayetlere karşı her gün sesini yükselten kadınların, baskılara boyun eğmeyen Boğaziçililerin, Ermenekli ve Somalı madencilerin, sendika hakkı için harekete geçen binlerce PTT çalışanının, sayısız iş yerinde mücadeleler örgütleyen emekçilerin direnişleri aydınlatıyor. Pislik pislikle temizlenmez, hepsini direnenler temizler!

*Bu yazı Komite Dergisi’nin Temmuz 2021 tarihli 26. sayısında yayınlanmıştır.