Afganistan’daki gelişmelerin anlamı ne?

ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi ve daha çekilme süreci bitmeden kukla Afgan Hükümetinin devrilmesi 20 yıldır Amerikan işgali altındaki bu ülkeyi son yıllarda hiç olmadığı kadar uluslararası kamuoyunun gündemine getirdi. Kamuoyuna yansıyan bu tartışma genel olarak liberal kapitalizmin hegemonyasının belirlediği parametrelerin dışına çıkmadı ve selefi cihatçılığın tezahürleri sorunun kendisiymiş gibi konuşuldu. Bu bağlamın dışına çıkıldığı durumlarda da, tartışma ya Taliban güzellemesi ya da göçmen karşıtlığı görünümlü ırkçılık biçimini aldı. Bu ideolojik parametreler içinde Afganistan meselesinin sosyalist bir bakış açısıyla ele alınamayacağı açıktır.

Her şeyden önce bugünkü Taliban hareketinin ortaya çıkışına da yol açan tarihsel politik bağlama bakmalıyız. Afganistan emperyalist rekabet döneminde de Rus Çarlığı ve İngiltere arasındaki büyük oyunun sergilendiği sahnelerden biriydi ama bugünkü siyasal konjonktür Soğuk Savaş’ın ideolojik rekabet günlerinden kaynaklanır. Unutulmamalı ki Afganistan Demokratik Halk Partisi’nin iktidarını ezmek için Yeşil Kuşak projesi kapsamında ABD, Suudi Arabistan ve Pakistan’ın giriştiği kirli savaşın bir sonucu olarak bugünkü gelişmeler yaşanıyor. 1989’da Sovyetler Birliği Afganistan’dan çekildiğinde Gorbaçov NATO’ya Halk Partisi’yle NATO destekli savaşçıların temsilcilerinin bir koalisyon hükümetinin kurulmasını önermişti. Bunu reddedip mücahitlere askeri desteği sürdürdüler. Ancak 1992’de yabancı savaşçılarla desteklenen bu gayrinizamî NATO gücü Kabil’e girebilmişti. Bu süreci unutmamalıyız, hiç değilse NATO denen suç örgütünün ve emperyalist merkezin gaddarlığının maskelenmesine kanmamak için.

ABD’nin Afganistan’dan anlaşarak çekilmesi ve bu hamlenin neredeyse tüm bölge ülkeleri ile Rusya, Çin, Hindistan gibi bölgesel güçler tarafından olumlu karşılanması, buna karşın uluslararası kamuoyunun (yani ona yön veren ideolojik merkezlerin) bu gelişmeden “incinmesi” içinde bulunduğumuz geçiş dönemine dair bir fikir veriyor. Yetmişlerin ekonomik çalkantı ortamında inşasına başlanan 89’da iki Almanya’nın birleşmesiyle siyasi zaferini ilan eden neoliberal küreselleşme dünyası eski mimarisiyle ayakta duramıyor. Tam da bu sürecin yarattığı fırsatlarla küresel siyasetteki etkisini arttıran Çin, 2008 finansal krizi sonrası küresel kuzeyin yurttaşlarının önemli bir kesiminin liberal demokratik düzenin kendi yararlarına işlediğine dair inançlarının sarsılması ve Rusya, Hindistan gibi büyük, Türkiye, Pakistan gibi küçük bölgesel güçler bu mimarinin sorunsuzca muhafazasına izin vermiyor, küresel düzende bir değişiklik dayatıyor. ABD kendini bu yeni duruma uyarlıyor muazzam askeri ve ideolojik üstünlüğü de bu noktada ona esneklik sağlıyor. Dünyada yeniden bir devrim alternatifi olacaksa o bu gelişmelerin analizcisi olmakla yetinemez ama bugünkü durumda böyle bir analizin bile kamusal tartışmaya yeterince müdahale edemediğini görüyoruz.

Bu değişiklik dayatması Afganistan’ı, şimdilik, Çin ve ABD imparatorluğu arasında bir sınır bölgesi haline getiriyor. Böylesi sınır bölgelerinde kimin, nasıl hüküm sürdüğü, söz konusu iktidar küresel jeopolitiğin karşılıklı dengelerini tehdit etmediği sürece önemsiz. Oysa neoliberal küreselleşmenin ilk yirmi, yirmi beş yılında her coğrafyaya aynı siyasi ve ekonomik reçete emperyalist merkez tarafından büyük bir özgüven ve burnu büyüklükle dayatılıyordu. Liberal demokratik ideolojik merkeze sağdan ya da soldan dâhil olanlar işte o eski günleri hasretle yâd ederek bugün Taliban’a ve onun kimileri insanların hayatına mal olan selefi cihatçı ideolojisinin görüntülerine kahrediyor. Sorunu dar bir toplumsal cinsiyet ve mültecilik çerçevesine hapsetmeye çalışıyor. Bizler ise 78’i ve Afganistan Demokratik Cumhuriyeti’nin kuruluşunu nostaljik bir özlemle anmıyoruz ama o tarihi bugüne gelen yolun taşlarının nasıl döşendiğinin çarpıtılmaması için unutmuyoruz.

Kurulmakta olan yeni küresel mimari çok büyük kavga ve çekişmelerin sonucunda ortaya çıkacak. Bunu Hegel’in kendini gerçekleştiren ideası gibi sonucu şimdiden belli bir çelişki ve çatışmalar süreci olarak bakamayız. Egemenler tabi ki böylesi mücadele süreçlerine daha avantajlı girerler. Varmak istedikleri sonuca dair çok daha planlı bir iradeleri ve istediklerini gerçekleştirme kapasiteleri ideolojik, politik ve ekonomik olarak vardır, fakat aynı zamanda onlar arasında da çelişkiler bulunur. Halk güçleri en temel ilkeler olarak egemenlerin şu ya da bu kesiminin ideolojisinin peşine takılmamalı ve özellikle savaş çığırtkanlığı, şovenizm gibi sonuçları olacak yabancı düşmanlığı ve göçmen karşıtlığı gibi tutumlardan sakınmalıdır. Bunu sağlamak emekçi halkın değil, öncelikle bizim sorumluluğumuzdur. Ne yazık ki Afganistan’dan ABD’nin çekilişi ve sonrasındaki gelişmelere dair kamusal politik tartışma büyük ölçüde tam da bahsettiğimiz sorunlarla malul olarak gerçekleşti. Bu bizlerin ideolojik propaganda görevlerinde de çok zayıf kaldığımızın bir göstergesidir. Komiteciler bu noktada da daha kapsamlı bir sorumluluk almalı daha büyük bir inisiyatif geliştirmelidir.

*Bu yazı Komite Dergisi’nin Kasım 2021 tarihli 27. sayısında yayınlanmıştır.