Sıradaki işçi eylemlerine hazırlanalım

Emekçiler Şubat ayını sokakta, protesto gösterilerinde, direnişlerde geçirdi. Yüksek enflasyon dönemi her tür maaş zammını kısa sürede anlamsızlaştırıyor, geçinmeyi imkânsızlaştırıyor ve halkın yoksulluğunu arttırıyor. Emekçilerin düzenle bağını kuran ideolojik kontrol mekanizmalarının zayıfladığını Komite Dergisi bir süredir zaten dile getiriyor. Bu koşullarda halkın tepkisi şaşırtıcı değildir. Şaşırtıcı olan solun bu tepkilere hazırlıksızlığı, Millet İttifakı’nın pişirdiği seçimci yönteme gereğinden fazla bağımlılığı ve hatta kimi durumlarda halk hareketinin karşısında konumlanma pahasına yerleşik sendikal merkezleri kollamasıdır.

Metal sektöründe imzalanan TİS’in beklentilerin altında kalmasıyla oluşan rahatsızlığı Mersin Çimsataş işçileri fabrika işgaliyle tutuşturdu. Aynı anda Divriği Çiftay Madencilik’te de direniş vardı. Bu biçimde başlayan emekçi öfkesi, Trendyol, Farplas, Yemeksepeti, Migros depo, Alpin Çorap işçilerinin de ayaklanmasıyla birlikte, uzun yıllardır görmediğimiz bir kitle seferberliği halini aldı. İşçi hareketi Şubat ayı boyunca siyasi gündemi belirledi. Kamuoyu gözünü bu eylemlere dikti, hatta sosyal medya üzerinden boykot çağrılarıyla bu eylemliliklere de güç kattı. Böylece işçi eylemleriyle genel kamuoyu da kısmen aracısız buluşmuş oldu. Bu durum eylemliliğin niteliğini çoğalttığı gibi etki alanını da genişletti. Sınıf siyasetini bir gerçeklik olarak kamuoyunun politik algısına yeniden bir güç olarak kattı.

Buna rağmen düzen muhalefeti elinden gelse sokağa çıkan işçileri, emekçileri tekrar eve yollayacaktı. Düzen muhalefeti kuyrukçuları da bu noktada daha farklı bir tutum sergilemedi. Özellikle Şubat ayı hareketliliğinin genel olarak klasik sendikal merkezlerin dışında ve özellikle DİSK Tekstil genelinde ve Mersin Çimsataş özelinde bu merkezlere rağmen gerçekleşmesi, kendi varlığını bu köhnemiş sendikal yapıların bekasına endekslemiş solu da sarsmıştır. Kimi örneklerde ise hiçbir emek harcamadan ve de direnişin özelliklerine de vakıf olmadan buralarda boy gösterme çabaları olmuş, bunlar harekete yarardan çok zarar vermiştir. Bu bağlamda bir noktanın altını çizmeliyiz; sosyalist sol günümüz Türkiye’si işçi hareket ve direnişlerine açık büfeden yemek seçer tavrıyla yaklaşamaz. Bu eylemlerin hiçbiri yağmurdan sonra çıkan mantarlar gibi kendiliğinden oluşmuyor, her birine belli bir düzeyde emek harcanmış olması şarttır. Üstelik bir yerde artık gericileşmiş bir sendikal merkezi destekleyip bir başka yerde bu yeni kuşak hareketlerle ilişkilenemezsiniz, bu şizofreni bir noktada muhakkak yeniyle buluştuğunuz alana zarar verecektir. Bu vesileyle dostlarımızı da uyarmış olalım.

Cumhur İttifakı iktidarı bu durumda paralize haldedir. Kuşkusuz bir kapitalist devletin yürütme (hatta yasama ve yargı) kurumlarını kontrol etmenin doğal gerekliliklerini bütünüyle boşlayamaz. Bununla birlikte her eylem ve direniş iktidarın ve reisinin emekçiler arasında rıza üretme kapasitesinin azaldığını ortaya koymakta böylece egemen sınıf açısından bu iktidarın lüzumluluğunun altını çizmektedir. Öte yandan işçi direniş ve eylemlerini sadece sopayla bastırmanın siyasi meşruiyeti olmadığı için ayağa kalkan her işçinin bugün kazanım elde etme olasılığı daha fazladır. Komiteciler bunu bulundukları tüm havzalarda işçi ve emekçilere anlatmalı, bu tür kitle seferberliklerinin örgütlenmesini kolaylaştırıcı tutumlar almalıdır.

***

Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesi bu bağlamda iktidarın oyun alanını daha da sıkıştırmıştır. Türkiye’nin bu ülkelere enerji alanı başta olmak üzere çeşitli alanlardaki iktisadi ve ticari bağlılığı maliyet enflasyonunu bu dönemde daha da arttıracaktır. Önümüzdeki aylarda şimdilerde yapılan zamların anlamsızlaşacağını görmek için kâhin olmaya lüzum yok. Alpin Çorap ve benzeri işletmelerde hızlıca elde edilen maddi kazanımlar birkaç aya anlamsız hale gelebilir. Bu noktalarda daha önce kurulmuş bağları sıcak tutmak, emekçilerin öfke ve itirazının kuvveden fiile çıkabilmesi için gerekli hazırlıkları yapmış olmak, önümüzdeki sürecin işçi direniş ve eylemleri için belirleyici olacaktır. Komiteciler buralarda da sorumluluk almaktan geri duramaz.

Rusya’nın Ukrayna müdahalesi noktasında NATO’nun emperyalist genişlemeciliğiyle, Rus resmi milliyetçiliğinin Çarlık Rusya’sı etki alanlarına yayılma politikasını eşitleyen tutumdan uzak durmak önemli olduğu gibi, Rusya Federasyonu’nu “sol”da bir güç gibi gören saçma ve temelsiz yaklaşımdan kaçınmak da önemlidir. Ulus devletler eşit egemenlik ilkesi ışığında kendi sorunlarını diplomasi masasında çözmeli, halkları savaş tehdidine maruz bırakmamalıdır. Türkiyeli devrimcilerin esas düşmanı kendi ülkelerindeki sınıf iktidarı ve emperyalist merkezdir, aynı zamanda halklara barış saraylara savaş ilkesini unutmamalıyız, Kremlin de bugün bir saraydır. Kendimizi şu ya da bu ölçüde özdeşleştirebileceğimiz bir siyasi simge bugün değildir. İkinci Dünya Savaşı’nda Bagration Harekâtı günlerinde değiliz, Rusya Federasyonu silahlı kuvvetleri de İşçilerin ve Köylülerin Kızıl Ordusu değil, bunların zaten karşılaştırılmasına bile izin vermeyiz.

Sözün özü Cumhur İttifakı iktidarının 15 ay sonraki seçime doğru sürüklenme süreci sürüyor. Düzen muhalefeti hiç de acelesi olmadığını gösterir şekilde ama kararlı bir biçimde iktidarı devralmaya hazırlanıyor. Kendi iç birliğini pekiştirme yönünde simgesel ve programatik kimi adımlar atıyor. Bunların temposu herhalde baharla birlikte artar. Baharla birlikte asıl artacak olan ise işçi eylem ve direnişleridir. Bunların kendi toplumsal ve politik mecrasında akmasını sağlamak hiçbir biçimde düzen muhalefetinin iktidar hesaplarına yancı yapılmasına müsaade etmemek bizlerin görevidir. Ne yazık ki soldan bu yönde çabalar görebiliriz. Emekçilerin direnişi kuşkusuz esas olarak maddi talepler etrafında gelişiyor, onlara düzen muhalefeti iktidara gelirse de Türkiye’yi Çin yapma hedefinin değişmeyeceğini anlatmak, hele de emperyalist merkezin saldırganlığının ve potansiyel rakiplerini çerçeveleme çabasının arttığı bu günlerde NATO’ya selam çakma sırasına giren bu muhalefet bloğunun önderlerinin başka bir tercihte bulunamayacağını göstermek bizim görevimizdir. Düzen muhalefetinin yeni Türkiye’sinde de Özilhan köşkünün önünde anayasal özgürlükler biter, tersaneler, antrepolar, maden havzaları ve OSB’lerde işçinin, emekçinin kanıyla dönen çarklar işlemeye devam eder. Kurtuluşumuz ancak kendi eserimiz olabilir. Bu bilinci tüm proleter zeminlerde yaymaya odaklanalım, emekçilerin ve ezilenlerin sıradaki eylem ve direnişlerine hazırlanalım.

*Bu yazı Komite Dergisi’nin Mart 2022 tarihli 29. sayısında yayınlanacaktır.