Toplumsal hareketlerde devrimci özneyi yerinden etme eğilimi: Hakikate karşı söylem, sınıfa karşı kimlik!

Toplumsal çelişkiler ve çatışmalar yeni ilişki biçimleriyle derinleştikçe toplumsal hareketlerin gelişimi ve ideolojik yapısı da bu dönüşümle koşullu olarak farklılaşıyor. Mesele kapitalist üretim ilişkilerinin yeniden üretimi olduğunda her türlü yeniliğe açık bir üretim tarzıyla karşı karşıya olduğumuzu bilsek de bu yenilikler zaman zaman yanıltıcı görünümler olarak açığa çıkabiliyor ki bu olağan bir durum. Biliyoruz ki, toplumsal değerlerin üretiminde her ne kadar ağırlık noktasını ekonomi-politik olgular ve ilişkiler teşkil etse de ideolojik ya da kültürel, etik, bilimsel, felsefi, dini ve doğrudan ekonomik olarak nitelendiremeyeceğimiz değerlerin üretimi ekonomik değerlerle iç içe ve bağlaşık bir ilişkiyle gerçekleşiyor. Bu yanıltıcı görünümlerin nedeni ise sorunların çok boyutlu ilişkiler içinde üretilmesine rağmen hem bu çok boyutluluğun hem de bu çok görünümlü ilişkilerin belli bir ağırlık noktasının olduğunun göz ardı edilmesidir. Sözgelimi ekolojik ‘değer’lerin ve ekolojik sorunların üretimini bahsi geçen ve ekonomi-politik eksende düşünülmesi gereken ilişkilerdeki bu iç içelik yoluyla anlayabiliyoruz.

Ekolojik sorunlar cinsiyetçilik, ırkçılık, türcülük, şovenizm gibi tarihsel sorunlardır ve bu nedenle materyalist yolla ele alınmalıdır. Toplumların tarihine yön veren ana hattın sınıf mücadelesi olduğunu düşündüğümüzde toplumsal sorunları bu eksenden bağımsız ele almak ve bu sorunların -bundan ibaret olmasa da- temel çelişkinin çözülmesiyle dolaysız bağını göz ardı etmek tarihsel gerçekliği göz ardı etmek olacaktır. Bu, kültürel, bilimsel, felsefi, etik, estetik gibi boyutların göz ardı edilebileceğini değil bunların da nesnel yolla ele alınmasını olanaklı kılacak tarihsel düzlemi duyurur.

Toplumsal hareketlerin çağdaş görünümlerini anlayabileceğimiz temel olgulardan ikisi, birbirinden ayrı düşünemeyeceğimiz neoliberalizm ve postmodernizmdir. Bu olgularla birlikte ele aldığımızda bilhassa yeşil kapitalizm ve ekoloji hareketlerinin önemli bir kısmının dayandığı teorik temelde kimi örtüşmelere bile şahit olabiliyoruz. Bu zımni ya da açık örtüşme anlaşılmadan ve açığa çıkarılmadan ekoloji tartışmalarındaki teorik boyutu geliştirmenin zayıf bir girişim olarak kalması muhtemeldir. Öyleyse ele alınan sorunun nedenlerini sanılara değil de hakikate dayandırabildiğimiz ölçüde bu sorunu ortadan kaldırabilme olanağına sahip olabiliriz. İşte bu sanılara ya da hakikatin çarpıtılmasına temel teşkil eden önemli olgulardan birisi postmodernizmdir. 

Ekonomi-politik yerine kültür; işçi sınıfı yerine öğrenciler, entelektüeller, kadınlar, göçmenler vb.; sınıf mücadelesi yerine kadın, göçmen, kimlik, hayvan hakları, adalet vb. mücadelesi; ontoloji yerine epistemoloji ve dahası dil; hakikat yerine kuşkuculuk ve görecelilik; maddi gerçeklik yerine söylem olgularını ikame etmek postmodernizmi anlayabileceğimiz temel eğilimler. Bu açıdan 1960’larda bir yandan öğrenci hareketinin diğer yandan postmodernizmin gelişmesi tesadüfi değildir. Bu dönüşüm, yeni bir çağın başlangıcı değil E. M. Wood’un deyimiyle “süreksizlik öyküsündeki sürekliliktir” ve “kriz yüklü sistemin mantığına” uygundur[1]. Toplumsal hareketlerin biçimlenişinde de bu postmodern etkinin doğrudan belirleyici olduğunu söyleyebiliriz. Bu etkinin asli boyutu tarihselliğin ve buna bağlı olarak nedenselliğin reddi ya da saptırılmasıdır.

Postmodernizmin ilkelerinin ve değerlerinin belki de en çok kullanıldığı hareketler kadın ve ekoloji hareketleri olmuştur. Öyle ki postmarksist yaklaşımların önemli bir kısmı da bu ilkelerle hareket etmektedir: “dünyanın ve insanın parçalı doğasına bir vurgu olduğu aleni olmalı. Bütün bunların siyasal imaları oldukça açıktır: İnsan beni o kadar akışkan ve parçalı (“merkezsiz özne”), kimliklerimiz o kadar değişken, belirsiz ve kırılgandır ki, ortak bir toplumsal “kimlik” (sınıf gibi), ortak bir deneyim ve ortak çıkarlar üzerine kurulu kolektif eylem ve dayanışma için bir temel olamaz” (E. M. Wood). Buradaki belki de en kritik nokta tarih-dışı gibi görünen tarihsel sürekliliktir. Ne var ki “farklılık, ‘melezlik’, heterojenlik, huzursuz seyyarlık kapitalist üretim tarzının yaradılışında vardır ve hiçbir şekilde aslen radikal görüngü değildirler. Bu yüzden bu düşünme tarzları bir düzeyde sisteme taş koyuyorlarsa, diğer düzeyde mantığını yeniden üretirler” (T. Eagleton). Postmodernizm de tarihsel sürecin dolaysız görünümü iken onun tarihsizliğe ya da tarihsel nedenselliğin reddine ve bu açıdan göreceliğe dayanıyor olması paradoks gibi görünse de tarihsel süreçle uyumludur.

Toplumsal ilişkilerin nedensel mantığı değişmeksizin bu mantığı reddetmek kaçınılmaz biçimde mücadelenin öznesini ve mücadele tarzını da değiştirmeyi beraberinde getirecektir. Sözgelimi, ekoloji mücadelesinde sıkça gündeme gelen iklim değişikliğinin bir sonuç değil de sorunun nedeniymişçesine ele alınması yani belli bir olguyu diğer olgulardan özerkleştirme çabası tam da bu yaklaşımın bir görünümüdür. Neoliberal kapitalizmin emeği her düzeyde parçalayarak, bölerek ve bireyselleştirerek sürdürdüğü hareket tarzının sadece bu boyutlarını görüp bu hareket tarzının küresel ölçekte tezahürünü ve merkezileşmesini görmemek kuşkusuz ki sorunun karşı yönde bir parçalılık, bölme ve bireysellikle aşılabileceği sonucuna götürür. Oysa ekolojik ve diğer toplumsal sorunların kaynağının tam da tekillikler gibi görünen bu olguların küresel bir ilişki tarzı ile birlikte düşünüldüğünde nesnel olarak anlaşılabileceği açıktır. Neden küresel ise çözüm de küresel ölçekte mümkündür. Bu, özgüllükleri göz ardı edeceğimiz anlamına gelmez. Özgüllükleri anlamanın yolunun nedensellik ve ilişkisellik olduğu yönündeki tarihsel gerçekliğin değişmediğini gösterir.

Tarihsel materyalizm hâlâ hakikati anlamanın nesnel yoludur ve özgül duruma -bilimsel ve felsefi açıdan- uygulanarak geliştirilmelidir: “Aslında, postmodernist kültür ile tüketimci ve hareketli küresel kapitalizm arasındaki bağlantıdan daha iyi tarihsel materyalizmi doğrulayan bir şey yoktur. Materyalist bir yaklaşım, insan deneyiminin kültürel boyutlarının değerini düşürmek ya da yermek zorunda olduğumuz anlamına gelmez. Aksine materyalist bir anlayış, kültürü metalaşmanın pençesinden kurtarmada özsel bir adımdır” (E. M. Wood). Benzer bir kurtuluş vurgusu bireyselleşme olgusu açısından da yapılabilir: Tarihsel materyalist perspektiften hareketle geliştirilmiş sınıf mücadelesi bireyleşmenin reddi değil doğadaki tüm bireylerin metalaşmasını ortadan kaldıracak küresel devrimi esas alır. Kaldı ki tarihsel materyalizmin bize gösterdiği olgulardan biri, toplumsal ilişkileri ve nedenleri küresel ölçekte düşünebilme olanağının tarih olduğu kadar doğa perspektifine dayandığı ölçüde mümkün olduğudur. Parçalama ya da bölme yoluyla toplumsal ilişki tarzının bütünlüğünü, merkeziliğini ve küreselliğini tesis eden kapitalizmin hareket mantığına ve egemen güç ilişkilerine karşı birleşik ve küresel mücadele, sınıf mücadelesinin olduğu gibi bu mücadeleye içkin olarak düşünebileceğimiz ekolojik mücadelenin de tarihsel doğasını oluşturur. Öyleyse “değişik kurtuluş mücadelelerini birleştirebilen en evrensel güç olan sınıfın çıkarları ve kaynakları” olduğuna göre, bu hakikati reddeden bireyci, kültürcü, kimlikçi, çoğulcu vb. her türlü yaklaşımın -hareket ettiği niyetten ve söylemden bağımsız olarak- nihai işlevi, dolaylı ya da dolaysız olarak mevcut ilişkileri yeniden üretmekten ibaret olacaktır.

*Bu yazı Komite Dergisi’nin Mart 2022 tarihli 29. sayısında yayınlanmıştır.


[1] E. M. Wood, Postmodern Gündem Nedir?