Doların hâkimiyeti son bulur mu?

Kapitalist-emperyalist sistemde 2008 krizinin ardından gündeme gelen ve bir süredir şiddetlenen sancılar Ukrayna meselesiyle yeni bir boyut kazandı. Bu sefer işin uluslararası para sistemi ayağı doğrudan öne çıktı. Tek kutupluluğun da sona ermesine işaret eden bu olay, uluslararası para sistemi üzerinden arka planda biriken gerilimlerin su yüzüne çıkmasına sebep oldu ve bu gerilimleri artırdı.

Bretton Woods sisteminin para sistemi ayağını 1973’te ABD’nin tek taraflı olarak feshetmesiyle dolar-altın standardı ortadan kalktı ve uluslararası para sisteminde ilk defa paranın bir meta olmadığı veya bir metaya bağlı bulunmadığı bir döneme girildi. Bu yeni dönemde uluslararası para sistemi rezerv paralar üzerine kurulu hale geldi. Tahmin edileceği gibi rezerv paralar içinde en büyük pay da ABD dolarına aitti.

Böylece ABD para arzını artırarak karşılıksız bir alım gücüne sahip oldu. Bunun yanı sıra bu yeni düzen içindeki ödemeler sistemi de ABD’nin kontrolündeydi. ABD emperyalizmi bu avantajını ziyadesiyle kullandı ve kapitalist-emperyalist sömürü mekanizmasını sürdürmesinde belki de askeri hegemonyasından bile daha çok işlev gördü.

ABD dolarının toplam rezervler içindeki yeri son yıllarda biraz gerilese de hâlâ %60 civarında bir paya sahip (ardından %20 civarıyla euro geliyor, yen, sterlin gibi sonraki para birimleri %5’in altında paylara sahip, Çin yuanı ise %3’e ancak ulaşmış durumda). Özellikle 2008 krizinin ardından doların bu hâkimiyeti sorgulanmaya ve ticarette dolar dışında ödeme araçlarını kullanma girişimleri görülmeye başlanmıştı. Rusya ve Çin o zamandan bu yana dış ticarette kendi para birimlerini kullanacakları çeşitli anlaşmalara gittiler ve SWIFT’in muadili olacak şekilde farklı ödeme sistemleri oluşturdular. Ama bunlar çok kısıtlı düzeyde kaldı ve yaygınlaşmadı. Örneğin, ABD karşıtı bir blok olarak addedilen BRICS ülkelerinin uluslararası finans kurumları bile kendi aralarındaki finansal hareketleri dolar üzerinden yürüttüler.

Ama tek kutupluluğun zayıflaması, uluslararası güç ilişkilerindeki dönüşümlerle birlikte uluslararası para ve finans sistemi üzerindeki baskılar da arttı. ABD uluslararası finans sistemindeki bu hakimiyetini, kendisiyle ters düşen ülkeleri yola getirmek için de sıklıkla kullandı ve çeşitli yaptırımlar uyguladı. Ama bu yaptırımlar İran gibi bir ülkeye uygulandığında o ülkeyi izole edebilirken, Rusya gibi bir ülkeye uygulandığında farklı bir modelin tetikleyicisi olabiliyor. Hele de dünya siyasal iktisadında saf değiştirmeler ve bloklaşmalar için yeterli bir zemin varsa. ABD ve müttefiklerinin Rusya’ya uyguladığı yaptırımlara uymayan veya bunları “geçiştiren” bir dizi ülke var. Bunlar arasında Çin, Hindistan, Brezilya, Güney Afrika Cumhuriyeti, Pakistan, Türkiye gibi Rusya’yla çeşitli anlaşmalar ve yakın ticari ilişkileri içinde olan ülkeler olduğu gibi Suudi Arabistan ve İsrail gibi ülkeler de var. Özellikle Suudi Arabistan’ın tutumu manidar. Zira ABD’nin Suudi Arabistan’la yaptığı ve petrolün dolar cinsinden satılmasını öngören anlaşma ABD dolarının hakimiyeti açısından kritik bir rol oynamıştı. Suudi Arabistan, Pakistan gibi doğal ABD müttefiklerinin son yıllarda Çin ile geliştirdikleri ekonomik ilişkileri de düşününce dengelerin ileriki yıllarda daha da değişeceğini söylemek mümkün.

Finans sistemiyle ilgili ambargoların işe yaramamasında şüphesiz Rusya’nın petrol ve doğalgaz gibi vazgeçilmez (özellikle de Avrupa’nın vazgeçemeyeceği) ürünlerdeki hâkim payının etkisi büyük. Ama esas mesele alternatif ödeme sistemlerinin ne derece yaygınlık kazanıp ABD hâkimiyetindeki mevcut para ve finans sistemine mecburiyetten hem bu ülkeleri hem de bu sisteme bağımlı diğer ülkeleri ne kadar azat edeceği. Bu tür bir dönüşüm gerçekleşirse şüphesiz Ukrayna meselesi bunu hızlandıran ve kolaylaştıran önemli bir milat olarak anılacak.