Gençliğin üzerindeki ablukayı dağıtalım!

Gençlik hızla yoksullaşıyor. Son yirmi yılda her ile açılan üniversiteler emekçi ailelerden gelen milyonlarca gencin üniversiteye girmesine sebep oldu ancak gençler, yine bu süreçte biçimlendirilen müşteri-öğrenci modeli altında eğitim masrafları başta olmak üzere temel giderlerini karşılayamadı ve karşılayamıyor. Aynı süreçte, gençlerin de temel geçinme kaynağı olan aile birikimleri Türkiye’nin neoliberal küreselleşme entegrasyonu içinde yağmalandı. Aileleri giderek ortalama ücrete dönüşen asgari ücrete (hatta daha azına) mahkûm edilen gençler öğrenim görmeye geldikleri üniversitelerde, özellikle büyük kentlerde geçinmenin yollarını kendi kendilerine bulmak sorumluluğuyla yüz yüze kaldı.

Bunun ilk adımı borçlandırma oldu. Devletin Ziraat Bankası aracılığıyla başvuran bütün gençlere verdiği bu borç güncel olarak 6 milyona yakın gencin hiç ödemeye başlayamadığı, 400 binden fazla gencin de icralık olduğu bir tabloyu ortaya çıkardı. Başka bankaların “öğrencilere özel” verdiği ihtiyaç kredisi benzeri krediler ve düşük limitli kredi kartları da bu borçlandırma politikasının ikinci halkasını oluşturuyor. Bu yolla hem gençlerin geleceği ipotek altına alınıyor ve mezun olur olmaz düşük ücretlere boyun eğmek pahasına çalışma rejimine katılmaları zorunlu kılınıyor hem de ailelerinin (güncel ve potansiyel) birikimlerinin yağması pekiştiriliyor. KYK kredilerinin ve oldukça az kişinin erişebildiği bursların kesilmesi tehdidi, üniversite öğrenimi boyunca gençlerin denetim altında tutulmasına da hizmet ediyor. Sermaye devleti ise her yıl 2 milyona yakın öğrenciyi destekliyormuş pozu keserek bununla övünüyor ancak mezuniyetten sonra gençlerin karşısında devlet olarak icra davası görülen mahkemeler kalıyor. Milyonlarca gencin aynı borç yükü altında kalmasına rağmen bireysel olarak suçlulaştırılması ve bu yolla itaat etmeye zorlanması kabul edilemez. Gençler bu durumdan ancak borcun niteliğini parasız eğitimin tasfiyesi süreçleriyle beraber üniversiteden başlayarak kavramış ve borçlandıranlarla beraber sırtından atmak üzere yurt çapında yan yana gelmiş örgütlü bir güçle hareket ederek çıkabilir.

Geleceksizlik derinleşiyor. Bugünün gençleri, geride bıraktığımız yüzyılda ekonomik olarak ailelerinden daha kötü koşullarda yaşama tehdidini en yakından hisseden kuşak haline geldi. Ancak geleceksizlik sadece soyut bir tehdide karşı hissedilen kaygıyı ifade etmiyor. Bugün gençler, üniversiteden ve daha öncesinden başlayarak geçici işlerde kayıtsız, güvencesiz ve ucuza çalışarak geçinmeye çalışıyor ve daha önemlisi alınan eğitimin ya da yakalanacak fırsatların bunu değiştirebileceğine dair inanç hızla zayıflıyor. 2017’de tespit ettiğimiz üzere gençlik artık nüfus fazlasıdır. Genç işsizliği, genel olarak işsizlik içerisindeki yüksek oranıyla bir eğilime işaret ediyor ve ne eğitimde ne istihdamdaki gençlerin sayısı her geçen yıl artıyor. Hatırlanacağı üzere, 2008 krizi sonrası ilk gözden çıkarılanlar da üniversite mezunu gençler olmuştu. Bu eğilim kuvvetlenerek sürüyor. Gençler ya işsizliğe ya da kurye, garson, tezgâhtar, call center çalışanı gibi güvencesiz, geçici işlerde çalışmaya mahkûm ediliyor.

Emekçi aileler diplomayı hala sınıf atlamanın bir yolu olarak görerek çocuklarının üniversite eğitimi alması için bütün kaynaklarını seferber etse de gerçekte durum hiç de öyle değil. Sınıf atlamak şöyle dursun, diploma artık ne güvenceli bir işin anahtarı niteliği taşıyor ne de işsizliğin panzehiri. Bugün gençler, diploma almanın bir anlama gelmediğini düşünüyor ama diplomasız olmanın hem sosyal hem sınıfsal açıdan daha kötü bir geleceğe işaret ettiğini de düşünüyor. Böylece uzun ve zorlu eğitim süreçlerinin sonunda kazanılacak hiçbir şey olmadığı, sadece daha baştan kaybetmemek için bunca çileye katlanıldığı duygusu geleceksizliği derinleştiriyor. Geleceksizliği; gençlerin bugün yaşadığı veya yakın zamanda yaşayacağını sezdiği sorunların derinleşmesine ve kalıcılaşmasına duyulan tepki olarak kavrıyoruz. Öyleyse bu sorunların kalıcı olmayabileceği, müdahale edilerek değiştirilebileceği, düzenle ilişkisi üzerinden geniş gençlik kesimlerine fiilen gösterilebilirse; geleceksizlik yaygın bir huzursuzluktan somut bir mücadele ilişkisine dönüştürülebilir. Süt hırsızı Thatcher’ın “başka bir alternatif yok” dediği neoliberal dönüşümün iyiden iyiye açığa çıkan yaygın sonuçlarına somut olarak odaklanan bir hareket başka bir alternatifin kapısını arayabilir.

Üniversiteye, yükseköğretim hizmeti satın alan ya da yükseköğretim yoluyla kendine değer katarak zenginleşen ve doğal olarak bunun bedelini de kendisi ödemesi gereken bir ticaret tarafı olarak katılan müşteri-öğrenci modeli yaygın yoksunluklar ortaya çıkarıyor. Çünkü bu müşterilerin parası yok. Üniversiteli gençler temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor ancak artık onlar yerine bu ihtiyacı dengeleyen bir devlet de yok. Bu yılın başında üniversitelere üç dönem öğrencinin beraber geri dönmesi gibi kapasiteyi biraz zorlayan süreçlerde temel ihtiyaçların nasıl da piyasanın insafına terk edildiği teşhir oluyor. Ancak bu zaten gizli bir bilgi değil, bunun mağduriyetten özneliğe giden yolu açılabilmesi için somut bir mücadele ilişkisine ihtiyaç var. Barınamıyoruz eylemleri öncesinde, Komite’nin Temmuz-Ağustos sayısında şöyle demiştik: “Bu yaz dönemi, gençliğin yaklaşık iki yılın ardından döneceği üniversitelerde  yaşadığı ve yaşayacağı sorunlar karşısında mağdur değil, mücadele eden bir  özne olmasını sağlamak için hazırlıklarımızı hızlandırmalıyız. Bir ezme-ezilme ilişkisinde, ezilenler ancak bu ilişkinin nesnesi olabilir. Özneleşmenin yolu ezenlere karşı mücadele etmektir. Gençlik, bu özneleşme sürecinin en hızlı işlediği toplumsal kesimlerden biridir ve onun özneleşmesi bir toplumsal hareketin olmazsa olmazı, tetikleyicisi, taşıyıcısıdır.”

Bugün üniversiteli gençlerin yaşadığı sorunlarla yoksul emekçilerin yaşadığı sorunlar belki de hiç olmadığı kadar iç içe geçmiş durumda. Gençler, yaşadığı mağduriyetlerin ve yoksulluğun sorumlusunu açıkça işaret ediyor. Bu açıdan, yoksulluğun kişisel bir başarısızlık olduğu fikrine kıyasla iktidar politikalarının doğrudan-dolaylı sonuçlarını yaşadığımız; bunun da sorumlusu olmadığımız düşüncesi çok daha yaygın. Enes Kara’nın intiharından sonra Taksim’de düzenlediğimiz eylem sırasında bir yoldaşımızın ifade ettiği gibi netleştirelim: “Gençler sizden nefret ediyor!”

Öyleyse gençliği, yoksullaştırmaya karşı kendisinden başlayarak geliştirilen itirazın en dinamik unsuru, doğası gereği gençlerin en sık ve yoğun biçimde bir araya geldiği üniversiteleri ise ayağa kalkan yoksulların kürsüsü haline getirebiliriz.

Geçtiğimiz yılı Boğaziçi direnişi ile açıp Barınamıyoruz eylemleri ile kapatarak Cumhur İttifakı’nın hareket korkusunu tetikleyen gençlik, iktidarı gönderecek güçlerden biri olmak üzere sahneye çıkma ihtimali taşıyor. Ancak Türkiye, iktidarın da muhalefetin de tek başına belirleyici olmadığı bir seçime doğru sürüklenirken; ana gündemlerden biri olan genç yoksulluğunu egemenlerin iç çatışmasının kenar süsü olmaktan kurtarmak üzere gençlik mücadelede kendini temsil etme gücünü kazanmak zorunda. Yoksa iyi ihtimalle Erdoğan’ın Organize Sanayi Bölgeleri’ne meslek lisesi projesinden, aynı projenin Kılıçdaroğlu’nun savunduğu yatakhaneli versiyonuna geçiş yapmış olacağız. Cumhur İttifakı’nı çıkışı süreklileştirerek ve özneleşerek gönderelim.

Gençlik Komiteleri’ni; özel olarak almaya niyet ettiği bu sorumluluklar doğrultusunda somut, hızlı, ilişkisel, dayanışmacı, etkili, disiplinli bir odak haline getireceğiz. Her ile, her üniversiteye bir komite kurmak; gençliğin cesaretle ayağa kalmasını mümkün kılmak üzere seferberlik halinde olacağız. Birimlerimizi gençliğin ayağa kalkarken ihtiyaç duyduğu fikri, eylemsel, ideolojik, politik, materyal, bütün ihtiyaçlarını somut olarak karşılamak üzere güçlendireceğiz. Çağrımız bu çabaya ortak olmayadır. Soyut bir devrimi beklemeye değil, gençliği devrim için somut bir güç haline getirmeye dair sorumlulukla odaklanacağız. Çağrımız bunun için gençlik hareketini iç dayanışması güçlü, bağımsız, kitlesel, etkili bir güç olarak yurt çapında beraber örgütlemeyedir. Genç yoksulluğundan çıkılan yolu, yoksulların “bizim gençler” diyerek omuz omuza durduğu birliğe kadar ısrarla sürdürmeyedir.

Gençliğin üzerindeki ablukayı hep beraber dağıtalım!