Göçmenler ne yaşıyor, ne yapmalı?

Son dönemde göçmenler meselesi gene ülke gündemine oturtuldu. Temel tüketim ürün fiyatlarına fahiş zamlar geldiği, alım gücünün milyonlar açısından eridiği bugünlerde televizyon ekranlarında, sosyal medyada konuşulan konu hep Suriyeliler. İşçi ve emekçi halkların yaşadığı işsizlik, borçluluk, yoksulluk gibi yakıcı sorunların konuşulması yerine sorunların kaynağının çarpıtılarak göçmenler olarak hedef gösterilmesi egemen sınıfın sıkça başvurduğu bir silahtır.

Altındağ, Güzelyalı saldırılarının da zeminini oluşturan hedef gösterme bir tarafta toplumda gerilim yaratarak göçmen karşıtlığını körüklüyor diğer tarafta göçmenleri kölece yaşamaya ve çalışmaya itiyor. Öyle ki çalışarak hak ettiği maaşını alamayan işçiler sınır dışı edilirim korkusuyla patronundan şikâyetçi olamazken patronlar sınır dışı sopasını bedavaya işçi çalıştırmanın bir aracı haline getirdi. Keza eşinden şiddet gören kadınlar eşine uygulanacak herhangi yasal sürecin kendisinin de geri gönderilme gerekçesi sayılacağını sanması yüzünden koruma talebinde bulunmayarak şiddet sarmalında kalmasına neden oluyor. Okulda, çarşıda, pazarda, toplu taşımada sırf göçmen olduğu için hakarete uğrayanlar gıkını çıkartmaktan; kalabalıklar içerisinde giyim kuşamıyla, konuşmasıyla fark edilmekten çekiniyor. Yaratılan bu korku atmosferi göçmenlerin daha fazla güvensiz yaşamasına neden olurken zaten kısıtlı olan haklarını kullanmalarının önünde büyük engel teşkil ediyor. Ötekileştirmenin, yok sayılma ve aşağılanmanın neden olduğu sosyal ve psikolojik tahribatların onarılması giderek güçleşiyor, daha sık intihar haberleri duyuluyor. Tehdit ve tehlikeleri savuşturmanın bir yolu olarak göçmenlerin kent içerisinde görünmez olmaya çalışmaları belli gettolara sıkışıp kalmalarına, kentin periferisine atılmalarına neden oldu aynı zamanda sorunları da büyük oranda gizlendi. Tüm bunlar ve ekonomik yoksunluklar milyonlarca insanın insanlık dışı koşullarda sürdürdükleri yaşamlarını tümüyle katlanılmaz kılıyor.

Öte yandan güçlü ve sahici destek dayanışma ilişkisi kurulamadığı için büyük yalnızlıkları omuzlarına yük. Buna karşı biz emekçiler, emek mücadelesi verenler kader birliği ettiğimiz göçmenlerle eşitlik ve kardeşlik zemininde somut-pratik bağlar geliştirmenin üzerine düşünmeli, kendimize görevler edinmeliyiz. Kuşkusuz her fırsatta Türkiye işçi sınıfını ezenler ile yerli-göçmen ayrımı üzerinden işçi mücadelesini bölenlerin aynı egemen sınıf olduğunun ve göçmen karşıtlığının yalnızca bu sınıfın çıkarına yaradığının altını çizerek. Çünkü dün olduğu gibi bugün de patronlar emek maliyetlerini azaltmanın, sendikal örgütlülüğü dağıtmanın, işçilerin birliğini engellemenin başlıca yolu olarak yerli- göçmen emek ayrımını her iki kesimin de aleyhine olacak şekilde kullanmaktadır. Devlet yasal, siyasal ve bazen de emekçilere karşı zor yoluyla buna imkân tanımaktadır. Dolayısıyla Soylu’nun “Suriyeliler giderse iş adamları isyan eder” yönündeki açıklaması bir gerçeği ifade ettiği kadar devlet göç politikasını da ifşa etmektedir: Suriye’ye emperyalist müdahaleler sonucunda yerlerinden edilen Suriyeliler, en başından beri Türk sermayesi ve uluslararası sermayenin kâr maksimizasyon kaynağı olarak görülüp tekstil, inşaat, tarım sektörlerinde ve ev eksenli işlerde sigortasız, ağır sömürü koşullarında günde en az 15 saat çalıştırılmaktadır. Birer ölüm tezgâhlarına dönen işyerlerinde binlercesi hayatını kaybederken ne sorumlularından hesap soruldu ne de adları yazılı bir mezarları oldu. Emperyalist AB ile siyasi ve ekonomik çıkarlar doğrultusunda yapılan pazarlıklar ve geri kabul anlaşması gibi uluslararası anlaşmaların aracı olarak bazen ileri bazen de geri itilme saldırılarıyla açık denizlerde boğulmalarına neden olundu. Ne var ki dönecek ya da gidecek yerleri olmadığı için sıkışıp kaldıkları yerde tüm bu yaşamak zorunda kaldıkları cehennemden kurtulma olanakları yok. Şayet ezilenler, emekçiler olarak biz örgütlü-politik bir itiraz geliştirmezsek…

Düzen muhalefetinin, kastlaşmış, bürokratikleşmiş sendikaların, proje ve fon batağına batmış örgütlerin, devrimci faaliyet yerine aktivizmi koyan yaklaşımların tabiatlarına uygun olarak yapmayacağı, yapamayacağı örgütlü-politik itirazı işçi hareketi mücadelemizle yükseltebiliriz. Medya eliyle bir tehdit unsuru olarak yayılan nüfusun Araplaştığı safsatalarına itibar etmeyerek, manipüle edilmiş videoların göçmen topluluğun genelini temsil etmediğinin farkında olarak ve aynı zamanda toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dayalı her türlü şiddet ve cinayet suçunu işleyenin uyruğu fark etmeksizin en ağır cezalarla cezalandırılmasını, savaş suçuna karışmış kimseler hariç geri gönderme yasağının uygulanmasını savunarak netameli bazı konularda sınıf tavrımızı koruyabiliriz. Faşist Özdağ’gillerin hep bir ağızdan yaydığı zehre panzehir olacak olan ve güven ilişkisi temelinde ortak yaşam pratiklerimiz, karşılıklı sosyal/kültürel etkileşime açık olmamız ve politikleşmiş talepler etrafında kenetlenmemiz mücadelemizin sacayaklarıdır. Adana’da saya işçileri, Antep’te tekstil işçileri, İstanbul’da katı atık işçilerinin birlikte örgütlenme ve direnme pratiklerini kendimize rehber kılıyor, işyerlerinde geçit vermediğimiz ırkçılığa karşı birliğimizi ve kardeşliğimizi sendikal girişimlerle güçlendirmek için ileri atılıyoruz.