Seçim yasası değişti

Komite Dergisi uzun süredir Türkiye’nin ağır çekimde seçime doğru kaydığını ifade ediyor. Bu ağır çekim sürecin önemli bir etabı geçen ay içinde seçim kanununun değiştirilmesiyle geçildi. Dağ fare doğurdu denebilecek bu yasa değişikliği 12 Eylül’ün yüzde on ulusal barajını yüzde yediye düşürüyor. Böyle işlevsizleşmiş 12 Eylül kalıntısı düzenlemeleri ortadan kaldırıp demokrat pozu atmak nicedir AKP hükümetlerinin huyudur. Aynısını yargıyı yürütmeye bağladıkları 2010 referandumunda da uygulamışlardı. Bunun dışında da oyları mecliste sandalyeye çeviren hesaplama yönteminde ittifak bağını zayıflatacak bir formülü benimsiyorlar. Bu noktada altılı düzen muhalefetinin birlikteliğine dönük başarılı bir siyasi hamle yapıldığına dair kimi yorumlar var. Açıkçası Cumhur İttifakı’nda nikâh sağlamken oydan koltuk hesaplama formülü de daha ittifak yanlısıydı, bugün hesap değiştiyse esas yapılması gereken çıkarım Cumhur İttifakı’nın stratejik dehasına dair değildir, bu ittifakın iç birliğinin zayıflamış olduğunu tespit etmek gerekir. AKP ve MHP’nin arası soğudukça icat ettikleri ittifak sistemi de onlardan ziyade muhaliflerine yarıyordu, bu değişiklik bu yüzden gündeme gelmiştir. Öte yandan bazı sözde muhalifler Erdoğan’ın her hamlesinde keramet arama huyundan bir türlü vazgeçmiyor. Ne de olsa güçlü, her şeye muktedir Erdoğan anlatısı bu kimselerin düzen muhalefetiyle birlik kurma sevdalarının meşrulaştırıcı harcıdır. Biz bu yaklaşımların uzağındayız.

Tüm bu değişiklikler içinde gerçek bir sonuç yaratabilecek tek düzenleme il ve ilçe seçim kurumlarının yeniden oluşturulması ve il ve ilçenin kıdemli hâkiminin değil de, birinci derece hâkimler arasından çekilecek kuranın kazananının il ve ilçe seçim kurullarının başkanı olacak olmasıdır. 2010 referandumundan beri AKP’nin yargıya hâkim olmaya çalıştığını biliyoruz. Bunu önce Cemaatle şimdide MHP’lilerle ittifak içinde gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Son beş yılda pek çok partizanlarının birinci sınıf hâkim olarak atandığını biliyoruz. Zira parti üyesi avukatları hâkim olarak atarken bunları avukatlık mesleğindeki kıdemlerinin de yargıç olarak kıdemlerinin hesaplanmasında sayılmasının yolunu açtılar. Bu değişiklikle YSK’ya en son yerel seçimlerde emirle yaptırdıkları hukuksuzluğun benzerlerini il ve ilçe düzeyinde de yapabilme kapasitesini elde etmiş oluyorlar. Bu kapasitenin kullanılacağından şüphe etmemeliyiz. Bununla beraber başkaları gibi bu tür değişikliklere işaret edip halk arasında rejime dair korku salmanın da bir gereği yoktur. Kontrgerilla uygulamalarıyla yıllarca halkına kan kusturmuş bir ülkede böyle yasal değişiklikler küçük numaralardır.

Yine de Sezarın hakkını Sezara vermek gerekiyor. Her ne kadar Türkiye bir seçime doğru sürükleniyor olsa da sürece dair hiçbir hâkimiyeti olmayan düzen muhalefetidir. Cumhur İttifakı iktidarı kısmen de olsa seçim sürecine müdahildir, hiç değilse hala bir baskın seçim yapma ya da normal seçim tarihini bekleme seçeneklerini cebinde tutmaktadır. Nitekim seçim kanunu değişikliğindeki en önemli düzenleme olan il ve ilçe seçim kurullarının yeniden oluşturulmasına dair hükmün, anayasaya aykırı olmasına rağmen, kanunun yayınlanmasından üç ay sonra gerçekleştirilmesi öngörülmüştür. Oysa anayasa seçim kanunu değişikliklerinin ancak bir yıl sonra yürürlüğe girebileceğini açıkça yazar. Bu anayasaya aykırı hükümle, Temmuz’dan Kasım başına kadar bir baskın seçim yapabilme olasılığını iktidar cebine koymuştur. Ne de olsa var olan iş yükü içinde Anayasa Mahkemesi bu konudaki başvuruyu Kasım ayından önce gündemine alamayacaktır. Dolayısıyla olası bir baskın seçimde yeniden oluşturulmuş il ve ilçe seçim kurulları kullanılabilir, hatta birinci tur sonucu iktidarın istediği gibi olmazsa Anayasa Mahkemesi apar topar toplanıp üç ay hükmü iptal edilip birinci tur sonuçlarının da iptali gündeme getirilebilir. Öyle ya anayasal temeli olmayan il ve ilçe seçim kurullarının gözetiminde yapılmış seçimin yasal meşruiyeti tartışmalı hale gelir. Düzen muhalefetinin bu silikliği karşısında bu bile mümkündür.

Komiteciler proletaryanın mücadelesini seçimlere endekslemedikleri için seçim kanunu değişikliklerine dair soğukkanlı değerlendirme ve analizler yapma lüksüne sahip. Açık olan şudur ki Cumhur İttifakı iktidarı eğer uygun görürse seçimi zamanı gelene kadar bekletecek, ama fırsatını bulursa yani kendisi açısından avantajlı bir konjonktür bulursa da baskın seçimi yapacaktır. Düzen muhalefeti ise ne kadar geç olursa o kadar kendisi yararına bir seçim sonucu olacağına inanıyor. Oysaki on dört ay çok uzun bir süre bugünden o zamana kadar başka siyasi alternatifler Millet ve Cumhur arasında oluşabilir ve bu durum toplamda var olan iktidara yarar. Nitekim bugünlerde Fatih Erbakan ya da Ümit Özdağ’ın popülaritesi artmıştır, yarın bunlara başka isimler, mesela Cem Uzan, eklenebilir. Yüksek enflasyon ve yüksek eğitimli işsizlik oranı her türden sağ reaksiyoner akımın önünü açmaktadır. Cumhur İttifakı değişse bile yeni kurulacak hükümetin emekçiler ve ezilenler açısından geçen aylarda beklediğimiz geçici ve kısmi rahatlamayı bile ne kadar sağlayabileceği her geçen gün daha kuşkulu hale gelmektedir. Umudumuzu düzen içi hükümet değişiklikleri yerine bir proleter güç siyaseti inşasıyla gündeme gelecek toplumsal alandaki güçler dengesinin değişmesine yönelik çabalara bağlamalıyız. Çünkü toplumsal kurtuluş mücadelesinde neoliberal kuşatmayı kıracak köprübaşını ancak bir proleter güç siyasetiyle oluşturabiliriz. Ankara kulislerine değil halkın öfkesine, isyanına odaklanalım.