Tek kutupluluğun sonu geliyor mu?

Kapitalist üretim tarzı, eşitsiz ve bileşik gelişim yasasına tabi tek bir ekonomik sistem ama parçalı bir siyasal egemenlik yapısı ile küresel çapta etkinliğini gösteriyor. Özellikle emperyalist aşamasında sermayenin her ne kadar ulusal sınırlar ile çerçevelenmesi daha zayıf olsa da ücretli emek ulusal sınırlar içine hapsediliyor, bu durumun ideolojik sonuçları da işçileri milliyetler üzerinden politik olarak bölmek için kullanılıyor. Kapitalizm emperyalist aşamasına ulaştıktan sonra önce iki dünya savaşına da yol açacak olan emperyalistler arası rekabet dönemini yaşadı. Bunun sadece insani açıdan değil kapitalist sistem açısından Bolşevik devrimi gibi siyaseten de yıkıcı olan sonuçlarını kontrol için İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD önderliğinde Soğuk Savaş sistemi içinde bir politik bütünleşme dönemine geçildi. Bu dönemde kontrgerilla yapılanmalarıyla özellikle Atlantikçi Batı yapılanmasının zayıf halkaları yakından kontrol edildi, buralardaki toplumsal muhalefet odakları hukuksuz ve zalimce yollarla tasfiye edildi.

Bugün söz konusu Atlantikçi Batı çevrelerinde Soğuk Savaşı kazandıkları görüşü hâkim, oysa Rus elitlerinin sosyalist sistemden vazgeçmeyi çıkarlarına uygun bulduğu noktada Soğuk Savaş mimarisi dağıldı. Yeni oluşan Dünya tek kutupluydu, ABD önderliğinde Atlantikçi Batı siyaseti, ekonomisi, ideolojisi ve kültürüyle dünyaya hâkim görünürken Yugoslavya gibi işine gelmeyen devletlerin de düzlenmesinde rol oynadı. Bu tek kutupluluk düzeni finans ve ticaret alanında küresel ilişkileri geliştirirken ücretli emeğin de sınırlar arası hareketini belli kontroller çerçevesinde hızlandırdı. Bu durum orta vadede göçmen karşıtlığı yoluyla işçi sınıfının bölünmesinin başka bir yolu olarak da kullanıldı. Küresel düzeyde entelijensiya içinde sayılabilecek gazeteci, akademisyen gibi kesimlerin küresel bağları artarken, bu kesimler tek kutupluluğa genel anlamıyla olumlu yaklaştılar ve demokrasi, barış ve genel refah açısından bu düzeni bir ilerleme olarak gördüler. Tek kutupluluğun piyasacı doğasından, meta fetişizminden, dolayı genel refah ve sosyal adalet problemlerini tarihte görülmedik ölçüde derinleştirdiğini gördüklerinde bile bunların, kimileri radikal, bazı reformlar yoluyla çözülmesi dışında başka bir tahayyül geliştiremediler.

Son yıllarda Çin Halk Cumhuriyeti’nin iktisadi açıdan güçlenmesiyle ABD jandarmalığındaki Atlantikçi Batı yapılarına dayalı tek kutuplu sistemin rakipsiz durumunun görünebilir gelecekte değişebileceğine dair çıkarımlar yapılmaya başlamıştı. ABD, Çin Halk Cumhuriyeti’ne karşı kimi askeri, politik, ekonomik, ideolojik ve ticari önlemler de almaya girişmişti. Yeşil Kapitalizm önermesiyle yeni bir atılım kurgulayarak moral üstünlüğünü yeniden tesis etmek peşindeydi. Tam bu esnada Rusya’nın Ukrayna işgali gündeme geldi. Rusya 2007’den beri batı politik sistemine entegre olma çabasından vazgeçmiş durumdadır, bir tür devlet kapitalizmini devlet eliyle zenginleşmiş sermayedarlarına dayatırken, bunu kabullenmeyen oligarklar ülkeyi terk etti ya da hapse düştü. Rusya’nın Atlantikçiliğe esas açıktan karşı duruşunu Suriye İç Savaşında fiilen taraf tutup Suriye’nin bir başka Libya olmasını engellemesiyle gösterdi. Tabi Gürcistan’a müdahalesi ve Ukrayna’da iktidar değiştikten sonra Kırım’ı ilhak etmesi de unutulmamalı. Rusya ancak İspanya boyutlarında bir ekonomiye sahip olsa da, Sovyet mirası ordusu ve nükleer savaş kapasitesi ile bir enerji üreticisi olması dolayısıyla kendi sıkletindeki ülkelerden ayrışıp bir bölgesel güç olarak algılanıyor.

Rus işgalinin tek kutupluluğun sonuna işaret eden tarihsel bir olay olarak algılanmasının nedeni uluslararası camianın bu işgali kınamasına dair yaptığı çok yoğun baskıya rağmen Çin Halk Cumhuriyeti, Hindistan, Brezilya, Güney Afrika Cumhuriyeti, Pakistan, Suudi Arabistan, Türkiye hatta İsrail gibi ülkelerin bu konudaki değişik oranlarda ikircikli tutumudur. Uluslararası toplum ABD, Kanada, Macaristan hariç Avrupa ülkeleri, Avustralya, Yeni Zelanda, Güney Kore ve Japonya’ya daralmış gözükmektedir. Atlantikçi yapının küresel siyaseti tek kutupluluğun zirve yaptığı döneme oranla çok daha az kontrol edebildiği görülmektedir. Klasik ABD müttefiki olan ülkelerden sadece Pakistan’da başbakan İmran Han Rusya ile yakın ilişkiler sürdürme tutumunun bedelini ödemiştir fakat onun da, yapılabilirse, bir seçimde tıpkı son Bolivya darbesi boşa düştüğünde olduğu gibi iktidara geri döneceği ortadadır.

İki kutupluluğun sonunun anlamı nedir? Bunun yanıtını bugünden vermek çok güç. Emperyalistler arası rekabet döneminde olduğu gibi farklı biçimler alan kapitalist bölgesel ekonomilerin dünyadaki kaynak ve pazarlar için açıktan paylaşım savaşlarına girmesi de olasıdır, devlet kapitalizmi diye çok kabaca ifade edilebilecek ülkelerle Atlantikçi Batı arasında yeni bir soğuk savaş dengesinin oluşması da. Her durumda kartlar yeniden dağılacaktır ve tek kutupluluğun aynı zamanda küresel çapta Marksist Leninist ideolojiden beslenen hareketlerin gerilemesi anlamına geldiği düşünülürse bu dönüşümün yeni örgütlenme fırsatları da ortaya çıkaracağı düşünülebilir. Fakat aynı zamanda bu durum kendine sosyalist/solcu diyenler arasında bir bölünme de ortaya koymaktadır. Zira özellikle reformist kanattan kimilerinin tek kutupluluğun sonunun gelmesini endişeyle karşıladıklarını, hatta bu endişenin geldiği patolojik veçhede Rus işgalinin bir Ukrayna zaferine yol açmış olduğu gibi sahadaki hakikatle ilgisiz tespitler yapıldığını görüyoruz.

Yukarıda özellikle entelijensiyanın tek kutupluluğun doğal bir toplumsal tabanı haline geldiğini tespit ettik. Bunların bu gün gerileyen ve işçi hareketi ile bağı zayıflayan sollar üzerindeki etkileri cürümleri ile orantısızdır. Özellikle Türkiye’de yerli entelijensiya toplumsal üretim ilişkilerinden bağımsız bir batılı değerler fantezisine sofuca inanır. Tek kutupluluk tüm kusurlarına rağmen bu batı değerlerinin zaferini simgeler diye düşünür. Oysa tarihsel materyalistler toplumsal üretim ilişkileri ve bunların somut yansıması olan sömürü, tahakküm biçimlerinden ve onların sistemsel hali olan yeni sömürgecilik ile onun politik mirasından bağımsız bir batılı değerler soyutlamasının tarihsel somutluğu yani hakikati anlatmakta bir yeri olduğunu düşünmez. Dolayısıyla barış dediğimizde bir tarafın zaferini değil iki taraf arasındaki şiddetin durmasını kastederiz. O yüzden sınıflar arası değil, sadece egemen sınıf tarafından yönetilen halklar arasında barışı savunuruz. Rusya işgali bizim açımızdan “kötü” diktatörlere haddinin bildirilmesiyle alakalı değil, küresel kapitalist işleyişin yeni doğasına dair tespitlerin yapılmasıyla alakalıdır. Acil ateşkes ve barış iki taraftan (Donbas ahalisi ve Ukraynalılar) emekçi halkın güvenliği açısından zarurettir koşulları da bu bağlamda düşünülmelidir.

Ülkemizde yönetici kesim ve entelijensiyanın içinde Avrasyacı ve Atlantikçi kliklerin olduğu bilinen bir gerçek. Rus işgali ve sonrasındaki olası gelişmeler bu bölünmenin halka sirayet etmesinin de önünü açabilir. İşçilerin ve emekçilerin kendilerine ait olmayan kavgalarda taraf edilmesi ideolojik kontrolün en etkin aracıdır. Avrasyacılar emperyalizm karşıtlığı, Atlantikçiler batılı değerler diye kodladıkları demokrasi ve özgürlükler söylemi üzerinden propaganda yapmaktalar. Ezilenleri, emekçileri, işçileri kendi kavgalarının kurşun askerlerine çevirmek istiyorlar. Tam da bu yüzden, bu kavramların böylesine anlamsızlaştırılmasına izin vermemek bugün siyasi ve ideolojik bir görevdir de. Aynı zamanda tek kutupluluğun ne sonu geldi diye seviniriz ne de sürsün diye çabalarız. Biz her koşulda proletarya devrimi bayrağını en etkin ve kitlesel biçimde yükseltmekle mükellefiz, politik ekonominin konjonktürünü bu nedenle anlamaya çalışırız. Konuya ilgimiz bu yüzdendir yoksa o kavganın tarafı değiliz, açık ya da kapalı biçimde bunun tarafı olanlar egemen sınıfın içimizdeki etki ajanlarıdır. Bunun bilincinde olalım.

*Bu yazı Komite Dergisi’nin Haziran 2022 tarihli 30. sayısında yayınlanacaktır.