Eriyen rezervler: Sefası sermayeye, cefası emekçilere

Türkiye önümüzdeki süreçte bir kez daha ödemeler dengesi sorunlarının ağırlaşacağı bir durumla karşı karşıya kalacak. Rusya’dan ve diğer ülkelerden geldiği veya geleceği açıklanan paranın da bu sorunu hafifleteceği meçhul. Bu uğurda Rusya’yla ilerletilen münasebetin Batı ile olan ilişkilerdeki dengeyi de bozmayacağını varsayıyoruz.

2021 sonundan beri bir yandan düşük faiz yüksek kur politikası uygulanırken, diğer yandan da döviz ihtiyacını faiz politikası dışındaki yollarla giderme çabası yoğun bir şekilde devam ediyor. Faizi düşürürken döviz kurlarının artmasına göz yumulmuş hatta TL’nin değersizleşmesinin dış ticaret açığını azaltacağı, bunun sonucunda da TL’nin değer kazanıp enflasyonun düşeceği ileri sürülmüştü. Ama gelinen süreçte TL’deki değersizleşmeye rağmen dış ticaret açığı ve cari açık katlanarak arttı: 2021’in ilk 6 ayıyla 2022’nin ilk 6 ayını kıyasladığımızda dış ticaret açığı 21,2 milyar dolardan 51,4 milyar dolara; cari açık 13,4 milyar dolardan 32,4 milyar dolara çıktı. Dünya ekonomisindeki yavaşlamayla beraber emtia fiyatlarında yaşanacak düşüşle ithalat faturası biraz azalabilir ama aynı yavaşlama sonucunda ihracat yapılan ülkelerin talebindeki düşüşle ihracat da azalacak.

Artan döviz ihtiyacı TCMB rezervlerini de eritmeye başlayınca (19 Kasım 2021’de 128,4 milyar dolar brüt rezervler 22 Temmuz 2022’de 98,3 milyar dolara kadar düştü) para otoritesi ve siyasi otorite rezervleri desteklemek için çeşitli önlemler aldı (son birkaç haftada Rusya’dan gelen parayla brüt döviz rezervleri biraz toparlansa da swap hariç net rezerv eksi 52 milyar dolar civarında yerinde saydı):

  • İhracatçıların döviz gelirlerinin yüzde 25’ini TCMB’ye satması zorunluluğu getirildi, bu oran daha sonra yüzde 40’a çıktı.
  • Reeskont kredisi kullanmak isteyen ihracatçılar için (döviz gelirinin yüzde 40’ını TMCB’ye satma zorunluluğuna ek olarak) döviz gelirlerinin yüzde 30’unu bankalara satma ve bir ay döviz almama taahhüdü şartı getirildi.
  • Döviz tevdiat hesaplarını Kur Korumalı Mevduat (KKM) hesabına çeviren şirketlere kurumlar vergisi muafiyeti getirildi
  • Bankalara KKM hesaplarıyla ilgili belli hedefleri tutturma yükümlülüğü getirilmesi üzerine bankalar bu yasal hedefleri tutturmak için dövizden KKM’ye dönen şirketlere ucuz kredi vermeye başladı (kamu bankaları yüzde 14, özel bankalar yüzde 17-18 faizle).

Bu önlemler yeterince işe yaramamış olacak ki TCMB sanayicilerden döviz satmalarını “rica” etmeye başladı. Bu ricalardan sonuç alamayınca da TCMB Başkanı İSO toplantısında sanayicileri stokçulukla suçlayıp aba altından sopa gösterdi. TCMB Başkanının yönelttiği iki temel eleştiri şuydu: Sanayiciler aldıkları ucuz kredilerle döviz alıyorlar ve mal stokluyorlar.

İSO Başkanı Bahçıvan, sanayicinin mal stoklayarak kendini enflasyondan koruduğunu söyleyerek geri adım atmadı. Böylece sanayicilerin bu süreçte stokları artırdığını itiraf etti ama çok daha elzem olan bir gerçeği gizleyerek tabii: Bir yanda parası olan stok yapabilirken diğer yanda da tükettiği herhangi bir ürünü bile stoklayacak parası olmayan emekçiler var.

Sermaye bloku içinde arada ufak atışmalar yaşansa da, sonuçta yüzde 13-14 faizle TCMB’den borçlanıp bunu yüzde 30-40 civarı faizle satan bankalar ve bu faizle aldığı krediyi de sermaye/stok olarak kullanıp en az yüzde 100 artan fiyatlardan avantaj sağlayan sanayiciler var. Bu çarkın altında ezilen ise emekçiler (ama giderek daha fazla çomak sokmaya başlıyorlar, o da ayrı). Bu süreçte İSO500’deki firmalar kârlarını yüzde 100’ün üzerinde artırmalarına karşın ücret artışlarını ortalama yüzde 33’te tutmayı başardılar. KKM’de kalma karşılığında ucuz kredi verilen şirketler döviz kurundaki artış kadar getiriyi garanti ederken harcamalarını aldıkları ucuz TL krediyle gerçekleştiriyorlar.

Devlet aracılığıyla sermayeye (finans-sanayi fark etmeksizin) devasa miktarda kaynak aktarılan ve bunun da bu kadar net hissedildiği bir dönemdeyiz kısacası.

Üstelik önümüzdeki aylarda bu döngünün durulmaktan ziyade daha da şiddetleneceğine dair birçok veri var. TCMB dışında hemen her merkez bankasının faiz artırdığı bir ortamda Türkiye para arzını artıyor. Kışın enerji maliyetlerinin daha da artmasıyla ithalat maliyeti artacak. Turizm gelirlerinin yüksek seyrettiği yaz ayları bitecek. KKM vadeleri bitince bu paraların önemli bir kısmı dövize yönelecek çünkü bu mevduatlar açıldığında dolar ve euro faizleri sıfıra yakındı, şimdi artıyor (mevduat sahipleri KKM’de kalsın diye yeni teşvikler verilmesinin sebebi de bu). Ağustos-Aralık arasında kamu ve özel sektörün 23 milyar dolar civarında dış borç ödemesi var. İtfa edilen borçların yeniden çevrilmesi durumunda, hem dünyadaki finansman maliyetlerinin artmasından hem de Türkiye’nin artan risk priminden dolayı artık çok daha yüksek maliyetli bir borçlanma söz konusu olacak. Yüksek maliyetten ötürü borçların bir kısmının yenilenmemesi tercih edilebilir ama bu durumda da hali hazırdaki dış kaynak ihtiyacı daha da şiddetlenecek. Türkiye’nin risk primi giderek artıyor: Geçen sene 350-400 arasında seyreden CDS primi şu sıralar 700-900 arasında geziniyor. Döviz cinsinden borçlanma maliyeti de kısa vadede yüzde 9-10, uzun vadede yüzde 10-13 civarı, neredeyse TCMB faizine yakın olan bu oranlar sürdürülebilir değil.

Döviz rezervlerinin erimesi ve enflasyonist “büyüme” sürecinde ortaya çıkan avantalar sermaye kesimine aktarılırken bütün külfeti mümkün mertebe emekçilere yıkmaya çalışıyorlar. Bu çelişkilerin keskinleşeceği önümüzdeki aylarda emekçilerin mücadeleyi yükseltmek dışında bir çıkış yolları yok.

*Bu yazı Komite Dergisi’nin Eylül-Ekim 2022 tarihli 31. sayısında yayınlanmıştır.