Gırtlağınızı sıkacağız!

Türkiye’de kriz derinleşiyor, yoksullar ve zenginler arasındaki gelir uçurumu son sürat büyüyor. Halkın çoğunluğu temel beslenme ihtiyaçlarını dahi karşılamakta zorlanırken; devlet sermayeyi teşvikle, vergi affıyla ve düşük işçilik maliyetleri ile büyütmeye devam ediyor. Ücretler ve alım gücü cumhuriyet tarihinin en düşük rakamlarına ulaştı. İşçilerin ücretleri enflasyon, hayat pahalılığı ve artan dolar karşısında eridi, patronlar dışında toplumun her kesimi hızlıca yoksullaşmaya başladı.

Milyonlarca işçi, emekçi bir yandan borçluluk batağında işsizlikle geçimini sürdürmeye çalışırken öte yandan da kendisini sıkıştıran ekonomik, politik cendereden çıkışın yollarını arıyor. Altta biriken öfkenin egemenler de farkında. Erdoğan’ın asgari ücret açıklaması sonrasında Türk-İş Başkanı Ergün Atalay’a dönerek “boğazımızı sıkmasınlar” demesi hem çalışanların yarısının asgari ücret gibi açlık sınırı altındaki sefalet ücretine mahkûm edilmesinden hem de resmî rakamların (yalanlarının) halkta bir karşılığı olmadığını bilmelerinden kaynaklanmaktadır. İşçi sınıfı artık bir adım dahi geriye gidebilecek durumu olmadığının farkındadır.

Taban fiyat asgari ücret ile tavan fiyat olan MESS Sözleşmesi ücretlerinin arasındaki makas giderek daraldı. 2000’lerde dört asgari ücret alan metal işçisi bir buçuk asgari ücrete kadar gerilemiş oldu. İşçilerin ezici çoğunluğu ya asgari ücretle çalışmakta ya da asgari ücretin yüz/iki yüz lira üzerinde bir fiyata çalışmaya zorlanmaktadır. Metropollerde artık yaşayamaz hâle gelen işçilerin bir kısmı asgari ücretle memleketinde yaşayabileceğini düşünerek dönmeyi tercih ederken artık memleketlerinde de eski düzenin olmadığını fark ettiler. Epeyce tartışılan bölgesel asgari ücretin yasal olarak geçerli olmasa da fiilen geçerli olduğunu artık köyünde de sadece boğaz tokluğuna çalışacağı bir düzenin yerleşik hâle gelmeye başladığı ile yüzleşmek zorunda kaldılar. Anadolu’nun her köşesine yapılan organize sanayi bölgelerini (OSB) dikkate aldığımızda ise serbest bölgelerde asgari ücretin çok daha altına çalışmak zorunda kalan ay sonunda maaşı yattığında patrona bir kısmını elden iade eden işçilerin en azından asgari ücret alabilmek için yaşamlarını daha fazla tehlikeye atarak ağır işlerde zorunlu olarak işe başladıkları bir tabloyla karşılaşıyoruz.

2021 yılı asgari ücreti Ocak ayında belirlendiğinde 380 dolar yaparken, yılın sonunda 217 dolara kadar geriledi. 2022 yılı asgari ücret görüşmeleri artan işçi hareketliliğinin önünü almak ve bu hareketi bir süre daha durdurabilmek için her zamanki rutininden önce başlamış oldu. AKP Genel Başkanı Erdoğan Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) temsilcileri ve Türk-İş temsilcileri hep bir ağızdan 4 binli rakamları telaffuz etmeye başladı. Asgari ücret 4250 liraya (303 dolar) bağlanarak bu rakamın tarihî bir zam oranı olduğu yalanı bir kez daha asgari ücret tertip komisyonu tarafından dillendirildi. İşçilerin zamları ölçtüğü tek ölçek vardır, cebine giren para ve cebinden çıkan paranın miktarıdır. Enflasyon ve dolardaki bu hızlı yükseliş pandemide artan işçi öfkesini ve yoksulluğunu daha da derinleştirdi. İşçiler yoksullaşarak en temel giderlerini dahi karşılamaktan uzaklaştı, dağınık ve tekil hak arama eylemlerinin yerine daha kitlesel eylemler örgütlemeye başladı. Ocak ayındaki direniş günlerinde kargo, lojistik, kurye, tekstil, inşaat ve metal işçileri fabrikalara kapanıp, işgaller yaparak ya da Trendyol eylemlerinde gördüğümüz gibi Türkiye genelinde ayağa kalkarak eylemlerle ücretlerde artış talep ettiler ve direnişlerin çoğu kazanım ile sonuçlanmış oldu.

Yine asgari ücret Aralık ortasında telaşla belirlendikten sonra 130 bin metal işçisinin ücretini ve Türkiye’de de tavan ücretini belirleyen MESS Sözleşmesi Ocak ayında enflasyonun altında kalarak ilk 6 ay için yüzde 27.44, ikinci 6 ay için ise yüzde 30 gibi sefalet sözleşmesine imza atıldı. Enflasyonun yüzde yüzün üzerine çıktığı Temmuz ayında enflasyon farkı yüzde 30 olarak açıklandı ve asgari ücret 5535 lira (308 dolar) olarak belirlendi.

Bugün gelinen noktada yapılan toplu iş sözleşmeleri hızlıca erimiş, sendikalı işçiler de açlık sınırının altında ücretlerle yaşamak zorunda bırakılmıştır. On beş temsilciden oluşan asgari ücret komisyonunun on beşinin de sermaye lehine çalıştığı Türk-İş ve DİSK’in açıkladığı açlık ve yoksulluk sınırlarındaki rakamların kendi üyelerine dahi talep edemediği düzende işçiler için insan onuruna yakışır, yaşanabilir ücretlerin çıkmasını beklemek en hafif tabirle saflık olacaktır.

İşçilerin, emekçilerin, gençlerin ve kadınların tek çıkış ve kurtuluş yolu ise, söz ve karar yetkisinin kendisinde olacağı taban örgütlenmeleriyle oluşturacağı komite, konsey ve meclis örgütlenmesini sağlamak, tabandan bir sınıf hareketini politik güç olarak inşa etmenin olanaklarını yaratmak ve işçi sınıfının sıkıştırıldığı sermaye, devlet, sarı sendika, çete, mafya, tarikat cenderesini kırmakla mümkün olacaktır. Bunun kendiliğinden olmasını beklemeyeceğiz. Egemenler karşısına işçi sınıfının bir hareket ve güç olarak dikilmesini sağlarsak yani ancak birlikte hareket edersek mümkün olduğunu biliyoruz. Yüzlerce OSB serbest bölgelerde, maden havzalarında, lojistik parklarında gece gündüz demeden emek ve odaklanma ile bir sınıf hareketini yaratmaya çalışıyoruz.