Gönüllü geri dönüş mümkün mü yoksa seçim aparatı mı?

2023 seçimlerine doğru giderken Suriyeliler konusu siyaset malzemesi edildikçe toplum içerisinde sığınmacı karşıtlığı yükselişe geçiyor. Burjuva partilerin mayıs ayından beri Suriyelileri geri gönderme projelerini açıklamaları hem tabanlarına hem kararsız seçmene yönelik bir seçim hamlesi. Öte taraftan artan enflasyon oranları, alım gücünün geniş halk kitleleri açısından erimesi, yoksulluk, işsizlik, barınma sorunu cinsinden sorunların siyasi iktidarın zayıflayan yönetme kapasitesi ve düzenin küresel, yapısal krizlerini, sığınmacı sorununu başat bir sorun olarak sunma yoluyla saklama çabası. Ancak emekçiler ve ezilenler bu sorunların kaynağının birlikte yaşadıkları sığınmacılar değil halkın çıkarlarının karşısında yer alan sermaye ve devlet olduğunu mücadele içerisinde daha net görmeye başlıyor.

Sığınmacı ve göç politikalarını seçim aparatı yapma Türkiye’de olduğu gibi dünyanın pek çok ülkesinde, özellikle emperyalist Avrupa’da sıkça başvurulan bir yol. Sözgelimi Fransa cumhurbaşkanlığı seçiminde ilk turda yüzde 42, ikinci turda yüzde 23 gibi yüksek oranlarda oy alan aşırı sağcı Le Pen iktidarı alamasa da Macron’un salt çoğunluk elde etmesini sığınmacı karşıtı popülist söylemi sayesinde engelledi. Bunu yaparken Macron’un Le Pen korkusu Paris’in 1000’e yakın sığınmacının kaldığı kamp alanlarını boşaltmasına, sığınmacıların sağlık hizmetlerinden faydalanmasını sınırlandırmasına, sığınmacı işçilere kota getirmesine ve daha fazla ayrımcı politikalar izlemesine neden oldu.

Başka bir örnek ise; Eylül ayında İngiltere’de yapılacak olan başbakanlık seçim yarışında güçlü adaylardan biri İngiliz Dışişleri Bakanı Lizz Truss, Haziran ayında yaptığı bir konuşmada, sığınmacıları Ruanda’ya gönderme programını Türkiye gibi ülkeleri katarak genişletmek istediği planını açıkladı. İngiltere’ye “düzensiz” yollarla gelen sığınmacıların burada işlemleri tamamlandıktan sonra Ruanda’ya gönderme programı kamuoyuna ekonomik kalkınma ortaklığı olarak pazarlanmaya çalışılıyor. Türkiye ile müzakere etme girişimleri de Türkiye devletinin her fırsatta sığınmacıları emperyalist Avrupa’dan para koparma aracı olarak kullanması neticesinde karşılık bulur, şayet güçlü bir kamuoyu tepkisi gelmezse.

Dolayısıyla devletler ve siyasetçilerin burjuva hukukunu bile çiğneyerek hakları ve yaşamlarına dair karar verdikleri sığınmacıların onurlu bir geleceği ancak işçi sınıfının kurtuluş mücadelesinde şahsiyet kazanacak. Öyle ki Türkiye’yi Avrupa’nın göçmen deposu haline getirecek yeni uluslararası sözleşmelerin imzalanmaması ve mevcut sığınmacı sorununun hak ve eşitlik temelinde çözümü için emekçi ve ezilenlerin sınıf zeminlerinde ortak mücadelesini yükseltmek zaruri bir ihtiyaç.

Bugün siyasi iktidarı elinde bulunduran Cumhur İttifakı ile gelecek dönem yönetme iddiasında olan Millet İttifakı’nın göç politikaları özü itibariyle birbirinin aynı ve bu öz sermaye lehine ve ırkçılık, çıkarcılık, riyakârlık üstüne kuruludur. AKP ve Erdoğan yıllarca ensar-muhacir kardeşliği söylemiyle halkın tepkilerini dini referanslarla bastırırken sermayenin köle emeği ihtiyacını Suriyelilerin fabrikalarda, atölyelerde, şantiyelerde çalıştırılmasıyla sağladı. Ne zaman ki AKP emekçiler ve halklar arasında rıza üretme kabiliyetini giderek kaybetmeye başladı işte o zaman Suriyeliler kartı tekrar devreye sokulup 1 milyonunun geri gönderileceği projeleri açıklanır oldu. Suriye ile değişmekte olan ilişkilerde, Şam’la barış sinyallerinin yanı sıra sınır hatlarında TC devleti kontrolündeki bölgelere sığınmacıların yerleştirilmesi konusu gündeme getirildi. Kılıçdaroğlu, kendi iktidarlarında sığınmacıların tamamını 2 yıl içinde “davul zurnayla” geri göndereceğini, Suriye’nin savaş bölgelerinin yeniden inşasında Türk müteahhitlerin çalıştırılacağı ve Antepli iş adamlarının Suriye’deki fabrikalarına istihdam yaratılacağını açıkladı.

Açıklanan projelerin hiçbirinde, uygulanmasının teknik olarak mümkün olup olmayacağı ve/veya geri göndermeme yasağının(non-refoulement), uluslararası sözleşmeler çerçevesinde verilen taahhütlerin ne olacağı kısmı bir kenara bırakılarak, Suriyelilerin geri dönmek isteyip istemediğinin zerre önemi yok. Gerçi burjuva partilerinden bunu önemsemelerini beklemek olsa olsa safdillik olur. İşaret etmek istediğimiz yer; Suriye geri dönecekler açısından güvenli bir ülke mi, kendi şehirlerine dönebilecekler mi, sağlık, eğitim gibi kamusal hizmetlere erişebilecekler mi, barınma ve geçim sağlanabilecek mi türünden soruların cevapları yok. Suriyelilerin çok büyük bir kısmı geri dönmeye gönüllü de değil. Ağustos ayında Suriyelilere yönelik yapılan bir anket araştırmasına göre; yüzde 80’i geri dönüş için siyasi rejimin değişmesini beklediğini, yüzde 60’ı Suriye’de herhangi bir yere dönme konusunda çekinceli olduğunu, yüzde 25’i “güvenli” bölgelerde iş imkânı sağlanırsa dönmeyi tercih edeceğini ve yüzde 56’sı üçüncü bir ülkeye göç etmek istediğini belirtmiş.

Görülüyor ki Türkiye’de ekonomik yaşam şartlarının yerli nüfus açısından da sığınmacılar açısından da katlanılmaz derecede zorlaştığı, sağlık hizmetlerinin daraldığı, ötekileştirme ve kutuplaşmanın had safhalara çıktığı şu günlerde Suriye’ye dönmektense kalmak hala daha cazip. Çünkü çok somut ve rasyonel nedenleri var. Yıkık kentleriyle Suriye kamp alanlarını aratmayacak bir yer ve rejim güçlerinin geri dönenler için tasarrufunun ne olacağı belirsiz. Buna karşı Türkiye’de 11 yıl içinde zor da olsa kurdukları hayatlarını idame ettirebilecekleri bir iş ya da çeşitli dayanışma ve sosyal ağları var. Bu sayede çocuklarının burada gelecekte iyi bir meslek sahibi olup iyi bir yaşam sürecekleri beklentisine sahipler. Ayrıca birçoğu, her ne kadar Avrupa kapısının kapalı olduğunu bilse de, üçüncü ülkeye göç etme umudunu kaybetmiş değil.

Suriyelilerin somut ve güncel durumda ülkelerine gönüllü geri dönüş konusunda taşıdıkları haklı kaygıları anlamanın ötesinde, kitlesel gönüllü geri dönüşün kısa vadede mümkün olmayacağı nesnel bir gerçeklik. Bu açıdan egemenlerin seçim odaklı oluşturdukları anti propagandaya mahal vermeyerek, mahallede, işyerinde, okulda, apartmanda bir arada yaşayan yerli ve göçmen topluluklara, yani bizlere, yansımasını bertaraf edecek birliklerimizi kurmanın yollarını arayalım. Bizi yöneten, emeğimizi sömüren, göçe zorlayan, ırkçılığı körükleyen sınıfın aynı sınıf olduğunun bilinciyle, ortak düşman sermaye sınıfına karşı ortak mücadeleyi savunalım. Özgür yarın örgütlü gücümüzle kurulacak.

Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz.