Sağlıkta dönüşüm ve şiddet

Sağlık emekçilerine uygulanan şiddet çığırından çıkmış durumda. En son, Konya Şehir
Hastanesi’nde çalışan Kardiyoloji uzmanı Ekrem Karakaya’nın öldürülmesiyle, sağlık emekçileri iş bırakarak eylemler organize etti. Sağlıkta şiddeti önlemek için etkili bir yasa isteyen sağlık emekçileri, mücadeleden başka bir yol görmüyor. Çünkü neredeyse hepsi, çalışmanın şiddeti yetmezmiş gibi bir de sözlü şiddetten fiziki şiddete varıncaya kadar hasta yakınları tarafından şiddete uğruyor.

Yapılan araştırmalar, sağlık emekçilerinin yüzde 67’sinin meslek hayatlarında en az bir kez, acil servis çalışanlarının yüzde 38’inin ise 10 kez şiddete uğradığını gösteriyor. Hayat kurtarmakla görevli bir meslek grubu, bizzat ölüm riskiyle karşı karşıya. Sağlıkta şiddeti bildirmek için uygulamaya konan Beyaz Kod’a gelen bildirimlerin istatistiklerine göre 2020 yılında 11 bin 942, 2021 yılında ise 29 bin 826 sağlıkta şiddet vakası var. Bu rakamlara göre her gün en az 80 şiddet vakası yaşanıyor. Bunlar sadece bildirilenler. Türk Tabipler Birliği’nin araştırmalarına göre bu sayılar çok daha fazla.

Hal böyleyken, buna karşı bir mücadele örgütlenmesi acil bir görev. Ancak bu görevi layıkıyla yerine getirmeyi engelleyecek kimi tahliller, düzen partilerinden başlayıp liberal entelijansiyaya dek uzanan bir hatta bilerek veya bilmeyerek ortaya atılıyor. Büyük oranda, halkın “anti-entelektüel” damarından dem vuruluyor, cahil ve şiddet yatkını insanlar ile korunması gereken “eğitimliler” ikilemi çiziliyor. Veya tam tersi, beceriksiz, daha kötüsü işine önem vermeyen, sadece para için çalışan doktorlar ile bu doktorların hatalarını kaldıramayan duygusal hasta yakınları. Ne çeşit olursa olsun bu tahliller, en az bir, bazen iki
tarafı da “özünde” suçlayan, ufku dar veya art niyetli veya sınıfsal konumu emekçi sınıflarla çatışan insanlar tarafından geliştiriliyor. Nedeni böyle ortaya koyunca, çözüm de, belirsiz, anlamsız, işe yaramaz, hatta sorunu yeniden üreten bir halde oluyor. Ancak görülmesi gereken, gerçek çatışmanın bu iki grup arasında değil, bu iki grubu birbirine düşmanlaştıran ve böylece kendini kurtaran, kârlarının üstüne kâr katmaktan başka her şeyi önemsiz bulan sınıf ile emekçi sınıf arasında olduğudur.

Türkiye Kapitalizminin Dönüşümü
Neoliberalizm olarak adlandırdığımız kapitalizmin kendini bulma, fazlalıklarından kurtulma (talep yaratma gereği kalmadığı ve sosyalizmin her alanda yenilgi dönemine girmesi nedeniyle kapitalist devletlerin “kamucu” gömleklerini katlayıp geri koymaları dönemi) sürecinde akla gelebilecek herhangi bir şeyin piyasanın konusu olması gereği düstur edinilmiş, sağlık sistemi de bundan geri kalmamıştır. Ülkemizde 24 Ocak Kararlarından başlayıp AKP eliyle bugüne getirilen neoliberal Türkiye kapitalizmi, sağlık emekçilerini
işçiden, hastaları müşteriden farksız hale getirmiştir.

Emekçilerin yaşadığı bölgelerde sıra sıra kapatılan devlet hastanelerinin yerini, bu bölgelerden çok uzakta, ‘kamu-özel işbirliği’ adı altında pazarlanan hasta garantili şehir hastanelerinin alışı, kalan devlet hastanelerindeki kötü çalışma şartlarından dolayı, sağlık çalışanlarının özel hastanelere yahut yurtdışına yönelişi, bazı ameliyatların yalnızca özel hastanelerde yapılabilmesi, sağlığı koruma odaklı bir anlayıştan, tedavi odaklı bir anlayışa geçilmesi nedeniyle daha sağlıksız emekçi yığınların oluşması, emekçilerin yaşadığı bölgelerde özel hastanelerin olması ve devlet hastanelerinde randevu bulunamaması nedeniyle insanların özel hastanelere muhtaç hale gelmesi gibi birçok nedenle büyük bir sağlık pazarı oluşturulmuştur. Bu pazarda, diğer pazarlarda olduğu gibi, paran kadar o pazarın ürününe, yani sağlığa sahip olabilirsiniz.

Türkiye kapitalizmi böyle bir pazara ihtiyaç duydu. Yalnızca Türkiye değil, bu süreç tüm dünyada (şiddet seviyesi daha az veya daha çok olsun) böyle işledi. Çünkü kapitalizm, yerinde sayarak değil yayılarak gelişen bir sistemdir. Tarımın ticarileşmesiyle başlayan dünya kapitalizmi, bulduğu herhangi bir konuyu piyasa ağlarının içine dâhil etmeden yaşayamaz. Hele ki 70’lerin kriz döneminde, her şeyi piyasalaştırmaktan başka yol görmediler. Hele ki, insan sağlığı kadar, en temel, insanlar için en önemli meseleyi (bunun önemini daha fazla açmaya gerek yok, ancak hayatta kalma güdüsü bir canlının en temel özelliğidir) piyasanın konusu haline getirdiği noktada zafer kazanmıştır. Eskiden insan sağlığı piyasayla alakalı değildi demiyoruz elbette, ancak arada önemli niceliksel ve niteliksel artış var. Tabii ki bu zafer, çok güçlü bir tepkiyi içinde barındırır. İnsanın en önemli meselesini fethettiği zaman kapitalizm bir zafer kazansa bile, onu kontrol altında tutmak zorundadır. Bu sistemin, hem sağlık emekçileri, hem hastalar ve hasta yakınları için çok ciddi sorunları ortaya çıkaracağı bellidir ve bunun için de, yani bu sistemin getireceği sorunları kendinden uzak tutmak için de, bu iki grubu birbirine düşmanlaştıracak mekanizmaları içinde barındırmıştır.

Sağlıkta Dönüşümün Şiddeti
Büyük oranda, kendi işleyiş tarzı, yani her şeyi alınıp satılabilecek ve daha doğrusu her şeyi alınıp satılması ‘gereken’ birer meta olarak görmesi nedeniyle, bir tarafta sağlığını koruyamayan, tedavi olmak istediğinde de hizmete ulaşamayan yoksul yığınlar ile bir şekilde bu yoksul yığınlar hizmete ulaşabilseler bile, günde 100’e yakın hastaya bakmakla yükümlü, bazen günlerce aralıksız, uykusuz nöbet tutmaya zorlanan, emeğinin karşılığını alamayan işçileştirilmiş doktorlar, hemşireler, yani sağlık çalışanları var ve dolayısıyla burada hastaların kurtarılamaması, yanlış tedavi vb. “üretim hatalarının” oluşması kaçınılmazdır. Bu kaçınılmazlığın sonucunda (her şey görünmez elin tahayyül ettiği duygular dünyasına göre işlemiyor) ortada insan hayatı söz konusu olunca, aradaki çatışma cinayet boyutuna varıyor. Bu tepki, yemeğin geç gelmesi nedeniyle garsona sinirlenen bir müşterinin gösterdiği tepkiden daha farklı değildir, çünkü bir ihtiyaç, bir ihtiyaca cevap veren ürün, ürünü üreten ve ürünü kullananlar bakımından ilişki tarzı sabittir. Ürünün hatalı/geç/eksik çıkması ile talep edenin buna karşılık ilk gördüğü “suçlu”ya tepkisini göstermesi bakımından olay benzerdir. Aradaki fark yalnızca gerilimin şiddet seviyesiyle ilgilidir ve bu seviye farkı da konuların önemleri farklı olduğu için anlaşılabilir.

Burada mesele başka bir tartışmayı açabilir. Sağlık çalışanları içindeki doktor kesimin itirazı işçileşmeyedir. İşçileştikleri pozisyonda bile işçi olduklarını kabul etmeyen ve yukarıdaki benzerliğe itiraz eden, kendilerinin garsonla eşit olmadıklarını vaaz eden hekimler kesimi var. Ancak esnaf kurye modeli benzeri, patronun işçi üzerindeki sorumluluklarından kurtulmasını sağlayan modellerin hekimler için de yaratıldığını görmeye başladığımız bu dönemde, sınıftan ayrı olduğunu düşünmek yanılgıdır ve sağlık çalışanları ile hastalar arasındaki gerilimi tırmandıran önemli bir ideolojik konumlanıştır. Oysaki hekimler de dâhil sağlık emekçilerinin işçileştiklerini kabul etmek ve buradan hareketle ortak çıkarları, farklı çıkarlarından çok daha fazla olan işçi sınıfının bir kesimi olarak sağlık emekçiliğini yeniden tanımlamak, sağlıkta şiddet de dâhil sağlıkçıların tüm sorunlarını çözecek bir stratejik mücadele programının ilk adımıdır.

Çok farklı şeyler söylediğimizi veya bu meselenin önemsiz bir mesele olduğunu göstermek için bu tarz bir üslup ve karşılaştırmayı kullanmıyoruz. Aksine tam da meselenin ne kadar önemli olduğunu ve bunun kapitalizmin kendisiyle ne kadar göbekten bağlı olduğunu anlamak için yapıyoruz. Çünkü ortada sorunlu çalışanlar ile sorunlu hastalar yok. Ortada ‘sorun’ tarafından kuşatılmış iki grup var. “Katili de anlamak gerek” tarzı bir romantizme de düşmek istemiyoruz, ama katili yaratan sorunu ortaya çıkarmadan, katillerin ortaya çıkmasını engelleyemeyiz. Bu insanlar “özlerinde nefreti, psikolojik rahatsızlığı, düşmanlığı” içlerinde barındırdıkları için değil, geç kapitalizmin içinde bulunduğumuz dönemi tarafından belirlenen sorunlarca katile dönüşüyorlar. Asıl bu sorunu önemsizleştiren, çözümsüzleştiren, katili ve katliamı yaratanın bu ağırlık noktasında değil, her sistemde olabilecek küçük hatalarda olduğunu anlatan liberal akıldır.