Yaklaşık bir senedir yaşanan enflasyonist süreç emekçilerin belini büktü, gelir eşitsizliklerini artırdı, var olan servet eşitsizliğini derinleştirdi.
2018 krizinden itibaren daha da belirginleşen faiz ikileminde 2021 sonundan itibaren düşük faizden yana karar kılındı. Uygulanan düşük faiz, yüksek kur politikasına göre ihracat artırılacak, artan ihracat sonucunda yaşanacak döviz girişiyle de kur gerileyecekti. İthalata bağımlı bir üretim yapısıyla bunu kısa vadede gerçekleştirmek zaten pek mümkün değilken bir süre sonra düşük faiz, (şimdilik) sabit kur dönemine geçildi (şimdilik çünkü bu fiyat artışlarıyla bu kur düzeyinin uzun süre sabit tutulması mümkün değil).
Düşen faizler ve artan para arzı, para arzının (özellikle seçim sürecinde) daha da artırılacağı beklentisi bütün ürün gruplarında fiyatların katlanmasına neden oldu. Resmi enflasyon oranları bile tüketici fiyatlarında yüzde 85’e, üretici fiyatlarında yüzde 157’ye ulaştı. Varlık sahiplerinin servetleri katlanırken servet sahibi olmayanların herhangi bir mülk edinme ihtimalleri giderek azaldı.
Fiyatlar artarken imkânı olanlar tüketim harcamalarını artırdılar ve bu artış GSYH’deki artışın en önemli bileşeni oldu. Büyük sermaye grupları da stoklarını artırdı ve bunları artan fiyatlarla çok daha yüksek kârlarla sattı. Çalışanların ücretlerindeki artış ise kârlardaki artışın çok gerisinde kaldı. Bu da emekçilerden patronlara doğru devasa bir kaynak aktarımına yol açtı. Ücretler nominal olarak arttığı için insanlarda kısa süreliğine de olsa “ücretim artıyor” algısı oluştu ama reel olarak derin bir yoksullaşma yaşandı.
Aşağıdaki grafikte de görüldüğü gibi, GSYH’den emeğin ve sermayenin payına düşen tutarlar arasındaki fark son iki senedir sürekli açıldı. 2022’nin ilk dokuz ayında yüzde 10 bin-20 bin kar artışı açıklayan firmalar bile oldu. Türkiye’nin en büyük firmaların açıkladıkları kâr oranı artışı yüze 100 ila yüzde 1500 oldu. Ücret artışları ise bu oranların çok gerisinde kaldı.
Bu süreçte yoksulluk ve açlık sınırları ile asgari ücret arasındaki fark da giderek açıldı. Asgari ücret daha önce genelde açlık sınırı civarında gezinirken son iki senedir açlık sınırının bile epey gerisinde kaldı (Ekim 2022 itibariyle 7.425 TL’lik açlık sınırı asgari ücretin 1.925 TL üzerinde, yılın son iki ayı bu fark biraz daha açılacak).
Var olan süreç zaten yeterince sermayeye kaynak aktarımına yol açıyorken, bu politikaları “sürdürülebilir” kılmak için uygulanan sermaye kontrolleri ve kredi kontrolleri belli kesimlerin elde ettiği rantı artırdı. Politika faizi düşürüldü ama hem bu düşüş bankaların verdiği kredi faizlerine tam olarak yansımadı hem de çekilebilecek kredilere sınırlama getirildi.
Diğer yandan, yoksullaşmayı ve gelir dağılımının bozulmasını tersine çevirmek için enflasyonu düşürücü politikalar da tek başına çözüm olmayacak. Çünkü sermaye sınıfı enflasyonu düşürmek için uygulanacak kemer sıkma politikalarında da yükü emekçilerin sırtına yüklemeye girişecek. Bu eğilime karşı bir kuvvetli direnç oluşturulmazsa tabii. Emekçi ve ezilenlere yalnızca açlık ve sefalet dayatan sömürü çarkını örgütlülükle kıralım.