Komünist Manifesto’ya rağmen ekososyalist manifesto

Hem -liberal, anarşist, romantik vb.- hakim ekolojik yaklaşımların eleştirisi hem de ekolojik sorunlara Marksist bir bakış açısı geliştirme girişimi olarak ekososyalist kuramın, biri ağırlıklı olarak Marx’ın metinlerinden hareketle geliştirilmiş diğeri ise Marx’a ve sosyalizm deneyimlerine dönük eleştiri iddiasını da içeren temel iki hatta seyrettiğini söyleyebiliriz.[1] Esas olarak sosyalist düşünürler tarafından geliştirilen kuramın yaygınlaşmasında etkin olan metinlerden biri ise Ekososyalist Bir Manifesto olmuştur.[2]

2001 yılında Michael Löwy ve Joel Kovel tarafından yazılmış olan Ekososyalist Bir Manifesto, Marksizmdeki enternasyonalizm vurgusunu ekolojik muhtevada geliştirme iddiası taşımaktadır: Farklı direnişleri bir araya getirecek ekososyalist bir enternasyonal. Manifesto yazarlarına göre, küresel ölçekte düşünülecek kritik sorunlardan biri, kapitalizmin bir alternatifinin olmadığına dönük yaygın düşüncedir. Marx ise bu tarz bir soruna klasik iktisatçıların ekonomi yasalarını doğa yasalarıymış gibi ele aldığı yönündeki eleştirisi ile değinir ve bunun ideolojik bir düşünce tarzı olduğunu hatırlatır. Ekolojik çöküşü felaketle, savaş ve terörün hakim olduğu kaotik bir tarzla açıklayan Löwy ve Kovel, ekolojik krizin ağırlıklı nedeninin “yeryüzünün kapasitesini aşan dizginsiz sanayileşme” olduğunu, toplumsal çöküntülerin ise “emperyalizmin küreselleşme olarak bilinen biçiminden” kaynaklandığını vurgular. “Kapitalist dünya sistemi tarihsel olarak iflas etmiştir. Sistem, alışması imkansız bir imparatorluğa dönüşmüştür” tezini ileri süren yazarlara göre, içinde bulunulan tarihsel uğrak Rosa Luxemburg’un “Ya Sosyalizm Ya Barbarlık!” saptamasının ekolojik felaket boyutu ile ele alınmasını kaçınılmaz hale getirmiştir. Sosyalizm alternatifi bu açıdan güncelliğini korumaktadır: “Ne kadar yenilgiye uğramış ve gerçekleştirilememiş olsa da, sosyalizm kavramı hâlâ sermayenin yerine geçmeyi temsil ediyor. Eğer sermaye yenilgiye uğratılacaksa (ki bu, uygarlığın kendini sürdürmesi için aciliyeti olan bir iş) netice ister istemez ‘sosyalist’ olacaktır çünkü bu terim kapitalizm sonrası bir topluma geçişi belirtir.” Ama bu sosyalizm eskisinden farklı olarak ekososyalizm olmalıdır.

‘Önceki sosyalizmlerin gerçekleştirilmesi olarak ekososyalizmin bu sosyalizmlerle ortak yanı şudur: “Sermayenin geçmiş emeğin somutlaşmış hali olduğu anlayışına dayanır ve kendisini bütün üreticilerin özgür gelişimine ya da başka bir deyişle, üreticilerin üretim araçlarından ayrılmasını tersine çevirmeye dayandırır.” Ama yazarlara göre, mevcut sosyalizmler böylesi bir amaçtan sapma gösterdikleri için kötü etkiler üretmişlerdir: “(en önemlisi, kapitalist üretimcilik doğrultusundaki bir rekabetle beraber içerideki demokrasinin reddi) ve nihai olarak bu toplumların çöküşüne ve doğal çevrelerinin tahrip olmasına yol açtı.” Hem sosyalizm yerine ekososyalizm önerisi hem de sosyalizm deneyimlerinin sınıf mücadelesinin tarihsel seyri ve nedenselliği içinde değil de sadece sonuçları itibarıyla kavranması Marx’ın ideolojik yani -en genel anlamıyla- neden ve sonuçlara tersine bakma yönündeki saptamasını hatırlatıyor. Bu yaklaşım, ekososyalizmi Marksist-Leninist sosyalizme, -en azından mücadelenin başat boyutu açısından- ekolojik mücadeleyi ise sınıf mücadelesine ikame etmeyi beraberinde getirmiştir. Oysa sosyalizm deneyimlerini tarihsel bir yaklaşımla ele aldığımızda, nesnel ve özgül koşulları birlikte değerlendirmek; -erekselci değil tarihsel bir yaklaşım uyarınca- devrimlerin ortaya çıkabilmesi ve sürdürülebilmesi için kimi etkenlerin aynı anda varolması gerekliliği; sınıf çelişkisinin her sınıf açısından yenilgiler, gerilemeler, farklı türde çatışmalar, çelişkiler, ayrılıklar ve kazanımlarla birlikte ele alınabilecek süreçsel bir mantığı olduğu göz ardı edilebilir değildir. Marx bu süreçsel gelişimi proleter devrimleri üzerinden şöyle çözümler: “Proleter devrimleri, örneğin 19. yüzyıldakiler, sürekli özeleştiri yapar, koşarken hep ara verir, halledilmiş görünene geri dönüp yeniden başlar, ilk denemelerinin yarım yamalaklığını, zaaflarını, zavallılıklarını gaddarca ve esaslı biçimde alaya almaktan geri kalmazlar” (Marx, 18 Brumaire).

Sınıf çelişkisinin ve devrimlerin tarihsel oluşumunun ve bu oluşumun mantığının göz ardı edilişinin cisimleştiği olgulardan biri ‘reel sosyalizm’ olmuştur. Bu olgu, komünizm mücadelesine ve bilhassa da onun Leninist stratejisine dönük eleştirilerin buluştuğu bir konsensüsü temsil eder. Ekososyalizm tartışmalarında da rastladığımız bu eğilim, hakim ideolojilerin bu tartışmalara da sızdığının emaresidir. Sosyalizmle bağlarını bu yönde bir ihtiyatla geliştiren ve dile getiren Löwy ve Kovel, sosyal demokrasi ve reformlar ile “sosyalizmin bürokratik biçimlerinin üretimci yapılarına” aynı mesafede olduklarını vurgular. Öyleyse “sosyalist üretimin yolunu ve amacını ekolojik bir çerçevede yeniden tanımlama” çabası, özgür üreticiler ortaklığının ve bunların demokratik ilişkilerinin, insan dışındaki canlıların da özgürleşmesinin geliştirilmesiyle ve dahası cinsiyetçi ve ırkçı ‘egemenlik biçimleri’nin aşılması, “kökten dinciliğin ve terörün” ortadan kaldırılmasıyla birlikte düşünülmelidir. Peki, bu nasıl mümkün olacak? Löwy ve Kovel, bir yandan tedrici bir yola diğer yandan ise ‘ortaklık’lara vurgu yapar: “Tasarımız mevcut düzen için yeterli ve gerekli bir dönüşümün mantığını geliştirmek ve bu amaca yönelik ara adımları geliştirmeye başlamaktır. Bu imkânlar üzerine daha derinlemesine düşünmek ve aynı zamanda bizimle benzer kaygıları paylaşanlarla birlikte faaliyet yürütmeye başlamak için bunu yapıyoruz.” Ekolojik eksenli bu ortaklık ise ekososyalist bir enternasyonal olarak formüle edilir.

Birçok ekolojik yaklaşımda ve harekette öne çıkan küçülmeci yaklaşım ekososyalist kuramın da temel öncüllerinden biridir. Teknoloji, sanayi, üretim ve tüketim gibi unsurların küçültülmesine dönük bu öncül, Marx’ın üretici güçlerin gelişmesine ilişkin -ereksel değil tarihsel- olumlamasını olumsuzlar. İlerlemeciliği ve sınırsız birikimi teşvik ettiği yönünde bir eğilimi ihtiva ettiği ve bu nedenle kaçınılmaz biçimde doğanın tahribatına neden olduğu düşünülen bu olumlama eleştiriye muhtaç görülür. Kapitalizmin hareket tarzını da belirleyen sınırsız üretim, büyüme ve birikim yerine üretimin küçültülmesi, kooperatif tarzı üretimin yaygınlaştırılması, küçük üreticinin desteklenmesi, küçük ölçekli ve otonom üretim tarzlarının olumlanması ve dolayısıyla bir tür kırsallığın baskın hale getirilmesi gibi önerilerin geliştirilmesine neden olmuştur. Kuşkusuz ki ekososyalistlerin üretime dair eleştirisi temelde kapitalist üretim tarzına dönüktür ve bu eleştiri birçok ekoloji yaklaşımın da ortak argümanıdır. Buradaki ayırt edici nokta ise üretimin ne yönde ve hangi üretim tarzı ile sınırlandırılabileceğine dönüktür. Kaldı ki Marx ve Engels bu konuda sessiz kalmamıştır ve bunu komünist topluma ilişkin temel önermelerinde ifade etmişlerdir.  Dahası Marx’ın sadece Das Kapital’i bile tam da bu tür sorunların materyalist bir bakış açısı ile nasıl çözülebileceğine dair temel metinlerden biridir.

Önümüze gelen çağdaş sorunlarla koşullu olarak beliren ve Marksizmi yeni sıfatlarla geliştirme girişimlerinin (marksist feminizm / ekoloji / kültür / antropoloji / eğitim vb.), Marx ve Engels’in geliştirdiği temel materyalist öncüllerle uygunluk gösterip göstermediği titizlikle ele alınmalıdır. Marx, Engels ve Lenin’in mevcut materyalist yaklaşımları eleştirerek ve aşarak geliştirdiği -ve yapısı itibarıyla hâlâ geliştirilmeye muhtaç- materyalizmle ve bu materyalizmin tarihe uygulanmasıyla tutarlı olmayan yaklaşımlara dönük ihtiyat -bilhassa ideolojik bir sapmaya meydan vermemek için- esastır. Bu tutarlılığı göstermeyen ve bu yolla Marksizmi tahrif eden yaklaşımlar ekolojide de oldukça yaygındır. Ekososyalizm de bu yaklaşımlara katkı sunan eklektik bir yaklaşımdır. Marksist tarih ve sınıf anlayışının bütünlük içinde kavranamaması kaçınılmaz biçimde temel gerçeklerin inkarına ve ona ikame edilecek tarih-dışı ve sınıf-dışı olguların ve önermelerin geliştirilmesine neden olmuştur: Üretim araçlarının ortak mülkiyeti yerine müşterekler; sınıf mücadelesi yerine ekolojik mücadele; proletaryanın enternasyonal mücadelesi yerine ekososyalist enternasyonal mücadele; devrim yerine radikal dönüşüm; ilkesel olarak şiddetsizlik; Leninsiz Marksizm; komünizmsiz sosyalizm; demokratik merkeziyetçiliğe karşı otonomi ya da merkezsiz yerel örgütler -ki Lenin otonominin ilkeselleştirilmesinin anarşizm olduğunu hatırlatır- vb.

Marksist öncüllere istinaden eleştiri noktasını kapitalist üretim tarzı üzerinden geliştirip çözümü nihai olarak komünist değil de ekososyalist bir devrimde aramak, sadece tarihsel bir sapmayı değil neden-sonuç ilişkisinin ihlalini de beraberinde getirmiştir ve tersi. Yukarıda da değinildiği üzere Marx bunu -gerçekliği çarpıtma anlamında- ideolojik sapma olarak değerlendirir. Marksist materyalizmin özü ise şeyleri nedensellik ilkesi uyarınca ele almaktır. Öyleyse Marksist sıfatıyla anılan çağdaş yaklaşımlar ve hareketler ile Marx, Engels ve Lenin’in ortaya koyduğu materyalist öğretideki söylemsel benzerliklerin ardındaki politik ve ideolojik farklılıkları görmemek, mücadele ettiğimizi sandığımız hakim ideolojileri yeniden üretmemize neden olacaktır. Mevcut toplumsal hareketleri göz önünde bulundurduğumuzda nihai olarak mesele, Marksizme -kızıl, yeşil, mor vb.- yeni sıfatlar takmak değil, onun temel olgularını ve öncüllerini göz ardı etmeksizin ve bunları materyalist bir yolla özgül koşullara uygulayarak Marksizmi ekoloji, kadın mücadelesi, göçmenlik vb. bağlamlarıyla derinleştirmektir.


[1] Ekososyalist yaklaşımın geliştirilmesinde etkin kimi isimler şunlar: Andre Gorz, Rudolf Bahro, John Bellamy Foster, Paul Burkett, Joel Kovel, Mary Mellor, Michael Löwy, Daniel Tanuro vb.

[2] https://birikimdergisi.com/guncel/55/ekososyalist-bir-manifesto