Çözüm Süreçleri ve Şiddet Sarmalları Arasında

Savaşanlar barışır ya da günün gerekliliklerine göre mücadelesinin yöntemlerini kurumsal çerçevesini yeni baştan kurgulayabilir. Savaşmaktan uzun zaman önce cayanlar bu konuda ne dese boş, bugün tarih onlara başka bir soru soruyor. O soruya yanıt vermemek için herhalde kendilerini de ilgilendiren ama esas olarak aktörü olmadıkları çatışmalara kafa yormaktan ziyade kendilerini savaşmaktan alıkoyan örgütsüzlüğe, siyasi strateji yoksunluğuna ve toplumsal tekabüliyet eksikliğine odaklanmalılar. Böyle temel eksiklikler giderilmeden herhangi bir konudaki kanaatler de kimse tarafından zaten ciddiye alınmaz. Bu pek çok durumda faydalı olabilecek tavsiyeyi başka kimsenin değil de esas olarak kendi kulağımıza küpe olması için bu yazının başına koyalım.

Abdullah Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” Türkiye siyasetini önümüzdeki süreçte önemli ölçüde etkileyecektir. Çağrının Öcalan ve İmralı’da kendisiyle muhatap olan “devlet” temsilcileri arasında uzun süreden beri devam eden bir süreç sonunda ve metinde geçmesi ve geçmemesi gereken ifadelere dair bir pazarlıkla yazıldığı ve bir tür uzlaşmayla ortaya çıktığı iddiası herhalde tartışılır bir çıkarım olmaz. Bu metnin şimdi ortaya çıkması Kürt Özgürlük Hareketi açısından son yirmi yılda coğrafyalarının dört bölgesinde yaşanan askeri siyasi ve jeopolitik veçheleri olan köklü değişimlerin dayattığı bir mücadele biçiminin “tekrara düşülmesinden” kurtulunması açısından yeni gerekliliklere uyarlanması ihtiyacı olarak görülebilir. Muhatapları içinde ise böyle bir siyasi akıl ve bütünlük var mıdır tartışılır. Kendini devlet zanneden muhataplar son on yılda yaşanan her jeopolitik gelişmede daha yoğun bir biçimde hissettiği yabana atılamayacak yirminci asrın tasfiyesi olgusuna karşı kendisi de bir yirminci asır ürünü olan Türkiye Cumhuriyetini bir biçimde muhafaza refleksi gösterdikleri iddiasındalar. Dolayısıyla normalde barışla işi olmayacak siyasi çevreleri bu söylemle sürecin parçası kılma çabası içindeler. Saraylı muhatapların ise reislerinin dönemini sıfırlayacak bir anayasa değişikliği ihtiyacı herhalde başat kaygıları sayılabilir. Onlar kurdukları yağma düzenini ne yolla olursa olsun uzatma derdindeler bu yüzden herhangi bir sürece ne ilkesel karşıtlıklarından ne de ilkesel bağlılıklarından bahsedilebilir.

Pazarlıkla çıkan metinde Suriye olup olmadığı tartışılıyor, oysa çağrı metnine Öcalan’ın koydurmakta direttiği örgütün yenilmediği dolayısıyla kendi iradesiyle ve tabi ki tarihsel önderinin yönlendirmesiyle mücadele yöntemini değiştireceği gerçeğidir. Dolayısıyla Kürt Özgürlük Hareketi açsısından süreç bu tespitten hareketle şekillenecektir. Muhatapları açısındansa farklı saiklerle ortaya çıkan bir aciliyet hissi dışında böyle bir hareket ilkesi ortada yoktur. Bir an evvel silah bırakılmalıdır, onlardan sadece bunu duyuyoruz. Bir taraf bölgesel gelişmeler iyice çıkmaza girmeden bir sonuç görmek istiyor, diğer tarafsa barış ve demokrasiyi hızlıca tesis edip reislerinin olası bir seçimdeki en büyük rakibinin defterini dürmeye bir an evvel başlamak istiyor.

Bu sürecin adliye sopasının Kürt Özgürlük Hareketiyle ilintili kimi kesimlere karşı geçmişte kullanılmasının yol açtığı bazı hukuksuz sonuçları gidermek dışında ilk yasal kurumsal çıktısı herhalde bir anayasa tartışması olacaktır. Türkiye’de solun tarafı olmaktan kendini alamadığı bir tartışma başlığı olan anayasa değişikliği konusu Anayasa Mahkemesinin cumhurbaşkanı süre limitlerinin sıfırlanması açısından işlevsel olduğu ölçüde saraylılar açısından anlamlıdır. Geri kalan taraflar için bir anayasa tartışması kuşkusuz başka anlamlar taşır ama bu rejimin ayırt edici özelliği olan anayasasızlaşma süreci belli bir politik aktörün siyasi iradesinin ötesinde Anadolu’daki küresel fabrikanın işleyiş esaslarının dayattığı bir zorunluluk olduğu ölçüde nafile bir egzersiz olmanın ötesinde bir anlam taşımaz.

Kuşkusuz bu çağrının başarıya ulaşması her ne kadar zor olsa da olumlu sonuçlar yaratır. Bunların arasında bizim için esas olan Anadolu Halklarının kardeşliğini zehirleyen şovenizm illetinin zayıflamasıdır. Şovenizm ülkemizde egemen sınıf tarafından proleter karakterli bir mücadele ihtimalini daha en başından boğmak için kullanılan en tehlikeli ideolojik silahların başında gelir. Çağrı şovenizmin zayıflatılması yönünde değerlendirilebilirse, çağrı etrafındaki siyasi gelişmeler Anadolu’daki küresel fabrikada Holdingci güçlere karşı yürütülen sınıf savaşına bir katkı olarak değerlendirilmiş olur. Bu da kuşkusuz örgütlülüğün ilerletilmesiyle mümkün olur ve böyle bir hattın ilerletilmesi çağrıya doğrudan taraf olmayan kesimlerce de sırtlanılabilir. Tam da bu yüzden girişte savaşanlar barışır savaşamayanlar ise hazırlığını bu yönde yapmalı dedik. Halkımızın iliğini kemiğini sömüren Holdingçi güçler karşısında örgütlü mücadeleyi güçlendirmek bizim öncelikli hedefimizdir. Sınıf mücadelesinin çıkarları diğer tüm gelişmeleri bu öncelik doğrultusunda değerlendirmemizi dayatmaktadır.