Kapitalizmin Yeni Miti: Artık hepimiz eşitiz!

Hiçbir zaman eşit olmadık, virüse karşı da eşit değiliz. Zira toplumun bir kısmı virüsten korunmak için evindeyken piyasa emekçilerin sırtında serbest dolaşımını sürdürüyor. Piyasanın mesajı açık; kimse kimse-ye dokunmasın, piyasaya ise hiç kimse dokunmasın. Herkes evde otursun ama piyasa ve onun ağlarına mahkum edilmiş milyonlarca emekçi serbestçe dolaşsın. Orta sınıf, beyaz yaka, patronlar, bürokratlar içeri! “Barbarlar” dışarı!

Dünya ölçeğinde yaşanan salgının etkileri sürerken ülkelerin salgına karşı aldığı tedbirler doğrudan doğruya neoliberal bir yaklaşım üzerine tesis ediliyor: “Evde kal.” “Virüs hepimiz için aynı oranda tehlikeli.” “Virüs hepimizi eşit kıldı.” “Salgını atlatmak için herkes sorumluluk almalı.”vs. Söylemler artırılabilir. Zira neoliberal ekonomi-politiğin ilkeleri olan serbestlik ve görecelik, salgın karşısında herkesin eşit şekilde sorumluluk alması gerektiği gibi gerçeküstü bir çizgiyi izlerken emekçilerin daha dikkatli olmak koşuluyla üretime devam etmeleri gibi bir yaklaşımı beraberinde getiriyor. Elbette ki nihai amaç serbest piyasanın yeniden üretimi. Hiçbir devlet bu konuda taviz vermekten yana değil. Bilakis tüm tedbir ve önlemler, bu yeniden üretimi engellemeyecek ve sekteye uğratmayacak şekilde belirleniyor. 

Sağlık, eğitim başta olmak üzere en temel kamusal hizmetlerin özelleştirilmesi, doğanın talanı, güvenceli çalışmanın olabildiğince sınırlandırılıp esnek ve kayıtsız işgücünün artırılması, nüfusun önemli bir kesiminin yedek iş gücü olarak tanzim edilmesi, tarımın ve hayvancılığın endüstrileştirilmesi gibi birçok olgu sermayenin büyümesini ve serbest dolaşımı hedeflemektedir. Son yüzyılda ekonomik, bilimsel ya da teknolojik açıdan köklü dönüşümlere ve bunun ortaya çıkardığı üretim artışına tanıklık ettiğimiz bir dönemi yaşıyorken buna karşın ezilenler için hâlâ sefaletin ve muhtaçlığın üretildiğini bu salgın nedeniyle bir kez daha görüyoruz. Büyümeden mutlak biçimde faydalanmaya çalışan sermaye, söz konusu sefalet, yoksulluk, salgın, doğal afet olduğunda bütün bedeli emekçilere ödetmekte tereddüt etmiyor. Oysa ortada esas olarak herkesin virüse karşı savaşı değil emekçilerin, yoksulların kapitalist üretim tarzının ürettiği koşullarla, patronlarla, özel mülkiyetle, güvencesizlikle, işsizlikle, piyasanın hizmetine girmiş kurumlarla ve iktidar gücüyle mücadelesi var. İçinden geçtiğimiz salgın sürecinin nedenlerini ve çözümünü tartışırken bu çelişkinin, bu mücadelenin üstünü örten her tür toplumsal, ekonomik, ekolojik ya da bilimsel uyarı, öneri, eleştiri ya da telkin ise virüsün insanla temasa geçtiği koşulların yeniden üretimine katkı sunmaktan başka bir işe yaramamaktadır.

Unutmayalım ki sermayenin hareket ağları emekçilerin bedeni ve aklı üzerine inşa ediliyor. İnsanlığın ekonomik, bilimsel, teknolojik vb. tüm ortak birikimine özel mülkiyet aracılığıyla el koyan kapitalistler, ekonomik ya da ekolojik bir kriz söz konusu olduğunda faturayı tüm topluma kesmekten imtina etmediği gibi tüm bedeli emekçilere ödetmeyi kural haline getirmiş durumda. Bu yeni değil tarihsel bir olgudur. Diğer taraftan bu süreci insanın doğayla mücadelesiymiş gibi yansıtan ya da insanın doğaya müdahale tarzını bir genelleştirme ile ele alıp sanki tüm insanlar kendiliğinden doğaya karşıymış ve doğalarıyla çelişik bir yaşam tarzını benimsemiş gibi kabul edip bu öncül üzerine geliştirilen tezler, salgının da ancak herkesin işbirliği ile aşılabileceği gibi varsayımlara kaynaklık etmektedir. Bu süreci ekonomi-politik kökenlerinden bağımsızmışçasına salt ekolojik açıdan ele alarak yapılan birçok değerlendirme, sorunun kökenlerine işaret etmek yerine özcü eleştirilerle insanı doğa karşısında mahkum eden, zaman zaman bir tür faşizme değin varabilmekte. Oysa ekolojik sorunlardan tüm insanlık sorumlu tutulamaz ki bu argümanın kendisi anti-ekolojiktir. Doğanın “iyiliği” için insanın varlığını sorun addeden yaklaşımlara değin vardırılan tartışmalar hakikate işaret etmediği gibi hakikati çarpıtmaktadır. 

Ekolojik yıkımdan sorumlu olan unsurlar kapitalist üretim tarzı, kapitalistler ve buna hizmet eden devletlerdir. Bu tarihsel gerçekliği görmeksizin sürekli “doğayı hep birlikte yok ediyoruz, onu korumak hepimizin sorumluluğu” gibi bir düsturu öne sürmek bir tür idealizmden ibarettir. Bu tarz bir “doğasevicilik” doğayı idealleştirmekten başka bir şey ifade etmez ki bu “doğayı doğasından etmek”ten başka bir şey değildir. Salgının temel nedenlerinden birini teşkil eden endüstrileşmiş tarım ve hayvancılığın müsebbibi, tek ilkesi kâr artırmak olan kapitalist üretim tarzıdır, tüm insanlık değil. Bu yüzden de içinden geçtiğimiz sürecin bize öğreteceği en önemli derslerden biri, geldiğimiz noktada geçmişin deneyimlerinden ve birikimlerinden yararlanarak daha güçlü bir ekonomi-politik eleştiriye dayanan sınıf mücadelesini güçlendirecek, emekçilerin dayanışmasını ve kardeşliğini büyütecek, toplumsal bağların zayıflamasına rağmen emekçilerin, yoksulların, işsizlerin yalnızlıklarını bir nebze de olsa azaltacak pratik araçlar ve yollar inşa etmektir. Sahip olunan bunca bilimsel ve teknolojik güce rağmen insanlığın salgın karşısında yaşadığı çaresizliğin nedeni bu gücün özelleştirilmesinden başka bir şey değildir. Bütünüyle piyasanın hizmetine koşulmuş köhnemiş bu üretim tarzını ve üretim ilişkilerini ortadan kaldırıp insanlığın doğayla birliğini olumlayacak bir toplumsal yaşamın temellerini atacak olan da bu gücün toplumsallaşmasıdır. Ki o temeller kapitalizm içinde fiilen gelişmektedir. Sahip olduğu üretici güçle, yaşamın yeniden ve yeniden üretilmesine kaynaklık eden o cevherin yani emeğin özgürleşmesi ile görünür olacak o temeller. Özgür ve ekolojik bir toplum için tek dayanağımız bu güçtür. Bu yüzden de şimdilerin mottosu olarak kabul gören “evde kal”a rağmen evde kalamayanların dayanışmasını büyütmek daha da büyük önem arz etmektedir. Bir yandan madenlerde, fabrikalarda, reyonlarda, depolarda, nakliyede, hastanelerde, sağlık ocaklarında ve her neredeyse emekçilerin sesini duyurmak, salgının emekçiler üzerindeki etkisini görünür kılmak diğer yandan salgın sürecinde daha da artan sömürü koşullarında emekçilerin dayanışmasına omuz vermek şimdinin devrimci sorumluluğudur.