29 Ekim ve Proletarya Devrimcileri

29 Ekim kutlamaları her geçen yıl solda (kimilerinde var olan, kutlamalara yönelik belli eleştirel mesafesini de koruyarak) daha da coşkulu bir katılıma sahne oluyor. Hiç değilse açıklamalar düzeyinde. Bunun, Türkiye’nin en genel anlamıyla devrimci sol geleneği içinde aslında pek bir örneği yok, AKP iktidarının son döneminin öncesinde. Kuşkusuz taktik düzeyde AKP’nin sosyal muhafazakârlığından bıkan kentli orta gelir grubu kimselerin hassasiyetlerini kapsamaya dönük kimi hamlelerinin olduğu anlaşılabilir. Fakat ortada Türkiye Cumhuriyeti tarihini, onun devrimci hareketlere karşı tutumunu perdeleyen çarpıtmalar ve ilke düzeyinde kimi sapmalar söz konusu olduğu için bu konuya eğilme gereksinimi duyduk. Zira ortadaki örnekler bir dönem öncesinin liberal ikinci cumhuriyetçiliğinin Türkiye Cumhuriyeti tarihi hakkındaki çakma “yenilikçiliğindeki” temelsiz aşırılığının çubuğunu tam tersi tarafa büküyor. Bir kez daha Anadolu insanının dediği gibi ifratla tefrit arasında gidip geliyoruz.

Örnek mi istiyorsunuz. Tek örnek verelim, adında komünist olan bir siyasi partinin ileri geleninin 29 Ekim yazısındaki şu ifade: “Türkiye sağcısı, yalnızca genel olarak devrim karşıtı olduğu için değil aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu sağlayan devrim sürecinde kendisine ait hiçbir şey bulamadığı için Cumhuriyet’i içine sindiremedi. Referanslarını Osmanlı’da aramak zorundaydılar.” Kastedilen devrimci dönem, 1919-1923 arası. Biz hemen Türk sağcısının o dönemden aşırıp bugün tepe tepe kullandığı kimi tarihsel referans ve uygulamalarını verelim.

Mesela geçenlerde Gazete Duvar’da Hale Gönültaş imzasıyla çıkan haber. Burada, Tel Aferli Sünni Türkmen bir IŞİD emirinin Ankara’nın göbeğinde Ezidi seks kölesiyle ikamet ettiği yazılıyordu. Bu IŞİD’linin varlığına, Türk istihbaratına yaptığı yardımdan dolayı göz yumulduğunu varsaymak için yeterli nedenimiz var. Bu işin 1919-1923 arasıyla ne ilgisi var diyeceksiniz. Yahya Kahya da, katlettiği Mustafa Suphi’nin Rus eşi Maria’yı o Ezidi kız çocuğu gibi alıkoymuştu. Tabii ki bugün ilerleme var. Maria yoldaşa ne oldu kesin olarak bilmiyoruz ama o Ezidi çocuk, ağabeyi ve Irak Konsolosluğu tarafından Türk yetkililerin “inayetiyle” kurtarılmış.

Bu çok aşırı bir örnek mi? Günümüzde itirafçılar ve gizli tanıklar, devrimcilere karşı mahkemelerde yaygın olarak kullanılıyorlar. Bu da 1919-1923 arasından kalma bir icat. Halk Şuraları Fırkası, Meclis’te İçişleri Bakanlığı’na Tokat Mebusu Nazım (Resmor) Bey’i seçtirince Atatürk, yasa dışı bir biçimde bu seçimi fiilen tanımamış; daha önce üyesi olduğu Halk Zümresi’ndeki kimi dostları öldürülebileceğini söyleyince de Nazım Bey görevden istifa etmişti. Zorlayıp, bu da kayyımın tarihsel bir örneğidir demeyeceğim ama birkaç ay sonra Çerkez Ethem isyan edince İstiklal Mahkemesi fırsattan istifade, Nazım Bey’i diğer yoldaşlarıyla Yeşil Ordu mensubiyeti iddiasıyla mahkûm etti. Oysa Nazım Bey gibi Halk Zümresi’ndeyken Ethem ile birlikte olan ve o esnada Ankara’nın çakma komünist partisine üye olan eski ittihatçıların hiç birisi yargılanmadı bile. Halk Zümresi dağılınca Ethem ve yakın adamları, kendi yoluna gitmiş eski ittihatçıların çoğu, Atatürk’ün yanına geçmiş Nazım Bey ve bir iki kişi daha, herhalde Enternasyonal temsilcisi Şerif Manatov’un etkisiyle Halk Şuraları Fırkası’na katılmıştı. Mete Tunçay, Nazım Bey aleyhine ifadenin Ethem’in adamı Arif (Oruç) tarafından verildiği kanaatindedir. Küçük bir cezayla kurtulan Arif Oruç’un buradaki sorumluluğu, o dönemin kimi komünistlerinin de paylaştığı bir kanıdır. Kemalist tarih yazımında Başkırt kökenli Manatov’un yok sayıldığını, Sovyetler bölgedeki dengeye bakıp Ankara’yı yatıştırma-idare etme kararı verince yollanan Rus Aralov’un ise pek sevildiğini geçerken belirtelim.

Bu örneği de yetersiz bulanlara daha yapısal bir örnek verelim. Türk sermaye birikim rejiminin temeli olan, devletten ihale kapma pratiklerinin başlangıcını da CHP üyesi, ilk meclisin zabıt kâtibi Ankara eşrafından Vehbi (Koç) Bey’in meclis binası için Ankara halkından topladığı kiremitleri hükümete satmasına bağlasak ne dersiniz? Yukarıda yazısını alıntıladığımız komünist hemen sonraki yazısında, padişahı ve ailesini idam etmeyip sadece sürgüne göndermenin cumhuriyetin yetersizliği olduğunu ileri sürmüştü. Komünizmin ölçütünün monarşi karşıtlığı olduğuna dair anlayışı bu beyefendinin İrlanda fatihi Cromwell’i de mesela Séamas Ó Conghaile (James Connolly) yerine tarihsel panteonumuza eklemeye götürebilir. Biz, ölçütün kiremitleri doğrudan halktan toplayıp aracı olmaya kalkanı idam etmekten geçtiğini düşünürüz. Kimi idam ederseniz edin daha sonraki yıllarda gericiliğin ortaya çıkmayacağının garantisi olamaz ama sadece bizim ölçütümüz, sınıf düşmanıyla uzlaşmaya hiçbir niyetinizin olmadığını gösterir.

Polemik amaçlı laf dokundurmaları bırakıp esas meselelere gelelim. Bunlardan ilki, cumhuriyetin ileri bir adım olması fikri. Osmanlı-Türk modernleşmesi yani Anadolu, Rumeli, Güneybatı Kafkasya ve Kuzey Mezopotamya coğrafyasının kapitalist sisteme entegrasyonu sürecinin akademik adı esas itibariyle kesintisiz bir prosestir. Kuşkusuz bu kesintisiz süreçte faz değişimleri, tempo farklılaşmaları ve sıçramalar vardır. Fakat bu dönem, 2. Mahmut iktidarından başlar ve günümüze kadar gelir. Bu süreçte en önemli siyasal moment, dönemin Marksistlerinin de altını çizdiği gibi 1908 Devrimi ve onu takip eden 1909’da 31 Mart’ın bastırılmasıyla padişahın tahttan indirilmesidir. İndirilen padişah bile dönemi çok farklı bir fazda ve kontrollü bir tempoda yürütse bile bir modernleşmecidir. Kurduğu okullar burjuva devrimcilerinin yuvası olmuştur. Bu devrimin Türk ve Müslüman olan aktörleri arasındaki söz konusu geniş coğrafyanın bir kısmını ilgilendiren basit bir iktidar çatışmasını (Meclis’te karar almak mümkün olmuyordu) çözmek amacıyla Atatürk’ün “Yarın cumhuriyeti ilan ediyoruz!” diyerek aldığı karar, bu sürecin en önemli siyasal momentleri arasında ilk sıralarda sayılamaz. Tabii Mustafa Kemal’e göre kurtuluş savaşı tarihi diye okunabilecek “19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktım” diye başlayan metni, tarihin kendisi saymıyorsanız (19 Mayıs’ı bayram ilan etmeyi bile sonradan akıl ettiler). Bir de halkın haberi olmayan hükümet değişliklerinin “devrim” diye anlatıldığı filmleri beğenmiyorsanız.

Ve esas mesele. Bu insanlar kuşkusuz cahil değil. Yakın tarihi de Leninist kuramı da biliyorlar. Bu 29 Ekim güzellemeleri aslında bu siyasal öznelerin kendi politik mücadelelerinde işçi hareketini kenar süsü, CHP seçmeni orta gelir gruplarını da esas hedef kitlesi olarak görmelerinin sonucudur. Asıl sorun burada yatmaktadır ve bu bütünüyle bir başka yazı konusudur.O sorununu deşmeyi de sosyalist sol sınıf diye sayıklarken (zaten böyle sayıklamayıp elveda proletarya diyenleri ayrı tutarak) nasıl işçi hareketinden koptu? Sınıf bilinci nedir, nereden tedarik edilir konulu yazılara bırakalım.

*Bu yazı Komite Dergisi’nin Aralık 2019 tarihli 16. sayısında yayınlanmıştır.