Seçime doğru işçi mücadeleleri yükselecek, seçime değil direnenlere odaklanalım

Agrobay tarım işçileri

Genel seçimler bitti, yerel seçimler yaklaşıyor. Kimileri siyasal gelişmeleri beklerken, emekçiler bu süreçten faydalanıp haklarını almak için hareketlenmeye başladıklarının işaretlerini veriyorlar. Seçimlerde “Kılıçdaroğlu kazanırsa, biz de kazanacağız” diye hayal satanlar yenilginin sonuçlarını bugün yaşıyorlar, yerel seçimleri beklerken CHP’deki kurultay karışıklığı nedeniyle gözüne far tutulmuş tavşan gibiler. Emekçiler ise seçim deneyimleri onlara bu süreçlerde maddi kazanımlar elde etmenin mümkün olduğunu 89 Baharı’ndan beri öğrettiği için kimin kazanacağından ziyade kampanya süreciyle ilgililer. Bu yüzden Antep’ten Bergama’ya, oralardan büyük kentleri çeviren sanayi havzalarına, işçilerin durumlarını iyileştirmek için inisiyatif aldığını görüyoruz. Metal sözleşmesinin ise eli kulağındadır. Seçime doğru önümüzdeki dört ay hareketli geçecektir.

Bu durumda normal koşullarda esas olarak maddi durumun iyileşmesi merkezli kitle seferberliğinin nasıl siyasileştireceği sorunsalı gündeme gelmeli. Fakat kaderini CHP zaferine bağlayanlar bu konularda tabii ki sessiz ve hareketsiz. Batı ilericiliğinin kalesi üniversite kampüslerinden çıkan en yeni fikirlerden beslenen bir tür sol ile onun karşıt kutbu gibi görünen ama aslında aynı madalyonun iki yüzü olan klasik ulusalcılık; siyasetini beğenmediği işçi hareketiyle ilişkilenmenin önşartını işçilerin onlarla aynı değerlere sahip olması olarak görüyor. Bu bakımdan bu iki düşman kardeş emekçi halk kesimleriyle mücadelede ortaklaşmak yerine işçilere yüksekten ve uzaktan parmak sallamayı seviyor. Geri kalanlarla yerel seçimlere dair canlanacağı belli olan maddi iyileştirme talepli mücadelelerle ortaklaşma sorunsalını birlikte konuşmalıyız ki bunların siyasallaşması meselesi sonuç alıcı bir biçimde ve doğru yerden tartışılabilsin.

Bu tartışma tabii ki boşlukta yürüyemez, her fikri olanı dinleyerek hareket etmek gereken zamanda statik kalamayız. Her şeyden önce bugünden Anadolu’daki küresel fabrikanın herhangi bir yerinde olmayanlar önümüzdeki altı sekiz ay gibi kısa bir süre içinde yaşanacak bir sosyal siyasal momentte lafazanlıktan başka bir şey yapamayacaktır. Kitle seferberliğiyle hemhal olmaya çalışırken aklının bir yerinde sürekli ilkesel bir seçim tavrı sorunu taşıyanlar ise faydadan ziyade böylesi bir çabaya zarar verir. Bunlarla zaman kaybedecek halimiz yok. Önümüzdeki dört ay kritik gözükmektedir. Bu dönem doğru değerlendirilirse sınıf hareketi yerel seçimlerin seyircisi değil faktörü olur. Ama daha da önemlisi seçimsiz dönemde acı reçeteyi halka sunmak için gün sayanlar iki kez düşünmek zorunda kalacaklardır.

İşçi hareketinin maddi taleplere dayalı bir seferberliğin bir adım bile ötesine taşınması ancak esas hedefi ve uğraşı bu dönemde mücadele olan bir odaklanmayla mümkün olabilir. Bu da doğal olarak daha önce bu bölgelerde bulunmayı doğal olarak gerektirir. Daha da önemlisi de bu mücadelelere girerken, işçilere ve emekçilere Türkiye’yi bölen kültür savaşlarında nerede durduğunuzu anlatmadan önce, yaşamaya ve çalışmaya mahkûm bırakıldıkları müstakbel enkazda, ölümle burun buruna çalışmak zorunda oldukları fabrikada, ofiste, evde, sokakta, işverenin değneği olarak karşısına dikilen sendika, çete, polis ve jandarma karşısında tavizsiz yanında olduğumuzu göstermeliyiz. Seçim sürecinde yaşanacak bir işçi hareketleri döngüsünde kime oy verdiğinde değil kimin ve neyin karşısında ortaklaşıldığı önemli görülmezse, mücadelede birlik ve dayanışma sağlamak mümkün olmaz. Politik mesajın ne olacağı kuşkusuz önemlidir ama bugün en kabasından bir servet düşmanlığına bile kulak kabartmaya hazır insanların esas beklediği adanmışlık ve odaklanmadır, bir de bu sömürü düzenine karşı tavizsiz bir düşmanlık. Henüz Covid kapanmalarından önce “Türkiye’de hard kapitalizm var” tespitini sokaktaki adam zaten yaptı. Sosyalist sol bunun gereğini yapabildi mi? Esas mesele, bu basit cümleyi ete kemiğe büründürecek tahlili ve bu tahlilden hareketle bu saldırıyı püskürtecek siyasal stratejiyi üretmektir. Ancak önce pratik mücadelenin ve direnişin içinde olmak ve işçinin emekçinin güveneceği bir adanmışlıkla odaklanmak gerekir. Böyle bir soruyu kendilerine sormaya gerek bile görmeyenlerin önümüzdeki mücadelelerde yeri olmayacaktır. Bu soruyu soranların yanıtı birbirleriyle konuşarak ve pratik içinde dayanışarak yol yürümesi önümüzdeki emekçi mücadelelerinin siyasileşmesi için gerekli ama (kuşkusuz) yetersiz bir ön şarttır.