Tribünlerde polis şiddetine karşı siyasi görüşü, hayat tarzı ne olursa olsun bütün taraftarların “burası Türkiye İsrail değil” sloganını attığı günlerin üzerinden çok sular aktı. O Türkiye artık yok. Bugünün Türkiye’si emperyalizmin ileri karakolu olan yayılmacı bir apartheid devletine öykünenlerle doludur. Bunu sadece Türkiye’de AKP karşıtlığı ekseninde oluşan siyasal bölünmede “ilerici” tarafta sayılanların sosyal medyada bugünlerde sıkça gördüğümüz ırkçılık düzeyindeki özelde Filistin, genelde Arap düşmanlığında görmüyoruz. Daha geçtiğimiz hafta Metina’dan, Avaşin’e, Sincar’a oradan Derik ve Rimelan’a başka ülkelerin egemenliğini ihlal ederek askeri sivil hedef ayrımı gözetmeden son teknoloji ölüm makineleriyle dehşet saçmanın keyfini çıkaran Cumhur İttifakı destekçilerinin de İsrail’e hastalıklı bir tür hayranlık duyduğu ortadadır. Bu “yerli ve milli” ölüm makinelerinin imalatında ilk teknolojik adımların İsrail kaynaklı olduğunu da burada ifade etmek gerekir. Dünyada kim halk hareketlerini gayrı nizami harple ezmek istiyorsa İsrail’in açık ya da gizli müttefikidir. Bunun istisnası olmaz.
71 kopuşunu mümkün kılan etkenlerden biri o devrimcilerin Filistin davasıyla yakından temas etmesidir. Bundan dolayı Filistin Türkiye solu için ayrı bir öneme de sahiptir, AKP karşıtlığında ortaklaşılan kesimin içinden gelen ilericilik adına savunulurmuş gibi yapılan ırkçı söylem kabul edilemez. Bu söylemin benzerini diğer tarafta Kürt yurttaşlara karşı zaten sürekli görüyoruz. İki taraf da Türkiye’yi yayılmacı bir apartheid devleti olarak kurgulamak istemektedir. Üstelik bu niyet somut küresel siyasi gelişmelere bakarsak emperyalist merkezin güncel politikalarında da karşılık bulur. Suudi Arabistan ile ilişkilerinin normalleşme eğilimine girmesiyle emperyalist merkezin İran’a saldırtabileceği tek güç Türkiye’dir. Bu plan yönünde ilk adımlar Karabağ’da zaten atılmıştır. Açık müttefiki Türkiye gizli müttefiki İsrail olan Azerbaycan Rusya’nın tehdit olmadığına ikna olursa plan işleyecektir. Gericiler cephesinde bu konulardan bahsederken Zengezur (Syunik) koridoru gündeme gelince ağızlarının sulandığını zaten gördük. İlerici kesimdeki kendi doğusuna karşı ırkçılık, İran İslam Cumhuriyetine karşı klasik düşmanlık düşünülürse, Nevşin Mengü ile Abdullah Ağar’ı böyle bir saldırganlıkta aynı hatta görmeye şaşırmamak gerektiği anlaşılır.
Komite aşamacı bir mantıkla, önce AKP’den kurtulalım önermesiyle girilen siperlerde aynı safta kaldığımız kalabalığın içinde azımsanmayacak miktarda sınıf düşmanımızın bulunduğunu, karşımızda ise sabırlı bir odaklanma doğru bir politik söylemle ulaşabileceğimiz kesimlerin olduğu hep söyledi. Bizler “Keşke İsrail olsak” kalabalığının ilerici kanadıyla saflarımızı açıkça ayırmadığımız sürece ülkemizde yaygınlaşan bu şovenist eğilimle hesaplaşmak noktasında zaaflı olacağız. Çünkü bunların bazıları düpedüz ırkçıdır, sureti haktan görünenlerinin ise düzen alternatifini, teslimiyetçiliği ve güçlüyü savunmak için bir bahanesi hep vardır, bugün bu bahanenin adı Hamas’tır. En son voleybol milli takımı etrafındaki tartışmada da görülen bu ilerici kalabalık içinde ideolojik kültürel hegemonya bizde sanrısını görmeyi de bırakmak gerekir. İçinde bulunduğumuz güç dengesi ve ideolojik yenilgi ortamı düşünüldüğünde Filistinlilere hakaret edenler, Kürtleri aşağılayanlar sosyal medya hesaplarında Deniz Gezmiş paylaşıyorsa, bu onların bir vadede saflarımıza kazanılabileceği anlamına gelmez. Filistin kamplarında bulunup “yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği” diyerek darağacına giden devrimcilerin hatırasının düşmanın elinde olduğu anlamına gelir. Buna izin vermeyiz. Türkiye’nin yayılmacı bir apartheid ülkesi olmaması için kavgaya girmek her şeyden önce o devrimcilere karşı borcumuzdur, Filistin Halkının yok oluşa karşı direnişinin amasız fakatsız yanında olmak da… Kahrolsun Şovenizm!