Devrimciliğin kurucu gücü olarak Komiteciler – 3

“Seksenlerin başından itibaren uygulanan neoliberal politikaların en genel anlamıyla solda yarattığı politik erozyon, dünya ölçeğinde 2008 sonrasında iyice derinleşen ekonomik ve politik sorunların çözümüne dair soruları havada bırakıyor. Bununla birlikte kapitalist dünya düzeni içinde her gün yeni çatlaklar oluşurken sınıf çelişkileri farklı olgularla ve farklı biçimlerde daha da yoğunlaşıyor. Tüm bunlara karşı duracak ve alternatif bir dünya tahayyülünü hayata geçirecek kesimlerin kafa karışıklığı, hareketsizliği, nihilizmi ve boş vermişliği, karamsarlığı ve geri çekilmesi ise sadece bu yoğunlaşmaya katkı sunuyor. Oysa içinden geçtiğimiz ekonomik-politik durumun özgül yönlerini ortaya koyabilmek ve bu özgüllüğü sınıf mücadeleleri ekseninde, yani tarihsel nesnelliği içinde kavramak ve anlatmak öncelikli görevimizdir. Sınıfsal tahakkümün yarattığı eşitsizlik ile yozlaşmaya karşı, çevresel tahribata, savaşlara, ayrımcılığa, şovenizme ve her türlü adaletsizliğe son vermek için sınıfın devrimci birliğini ve dayanışmasını yaratmaya öncülük etmek tarihsel bir sorumluluktur.”

Komiteciler, “Devrimci Bir Hareket Yaratmak İçin Yoldaşlık Çağrısı” broşüründe tanımlanan tarihsel görevler üzerinden yürüttükleri siyasal, toplumsal, örgütsel faaliyetlerin bir yılını geride bırakıyor. İçinde olduğumuz süreç, bu görevlerin yerine getirilmesini mümkün kılacak nesnelliğin doğru bir analizini yapmayı ve bu analiz çerçevesinden hareket ederek siyasi ve örgütsel açıdan somut tanımlamalar ve hedefler içeren bir stratejik bütünlük oluşturmayı emrediyor. Bu emrin gereğini yerine getirmek için durumu olduğu gibi ortaya koyacak doğru sorulara ihtiyacımız var. Evet, biz sosyalizmi ve komünizmi, sınıfın devrimci birliği ve dayanışmasını oluşturarak yaratmayı hedefleyen bir stratejik yönelimin taşıyıcısıyız. Ancak bunu hakikatin nesnel bilgilerinden, nesnel durumdan bağımsız fantastik hokus pokuslarla yerine getiremeyiz. İşçi sınıfı ve emekçi halk kesimlerinin güncel istemleriyle, arayışlarıyla nihai hedefimiz arasındaki bağı doğru kuramazsak hayal âleminde şişinip duran hindiler gibi devrimcilik vaazlarında bulunuruz veya deve kuşu gibi kafamızı kuma gömerek mesafe aldığımızı düşünürüz.

Evet, tarihsel düzeyde işçi sınıfı ideolojisinin ve pratiğinin ağır bir yenilgiyle sınandığı o uzun zamanları henüz geride bırakamadık. Evet, iktidarından muhalefetine dünya halklarının gönüllü-zoraki “onayına” da dayanan neoliberal politikalar 2008 öncesinde zayıf, sonrasında güçlü bir şekilde solundan sağına sorgulanmaya başladı. Fakat Zapatista hareketinin Meksika hamlesi, Dünya Sosyal Forumu pratikleri, karşı küreselleşme hareketleri, Latin Amerika’daki sosyalizan iktidarlar, Syriza, Podemos gibi bir tür sol “rüzgarı” estiren pratikler başkalaştılar ve sönümlendiler ya da düzenin neoliberal restorasyonunun araçlarına dönüştüler. Neoliberal politikaların mağdur ettiği işçi sınıfı ve emekçi halk kesimleri ise her yerde sağcı-popülist ve faşist akımların manipülatif siyasetlerin etrafında toplanmaya başladı. Dünyada adeta faşizmin ikinci baharı yaşanıyor; Avrupa’da sosyal demokrat partiler çözülüş içinde, Hindistan ve Nepal’deki Naksalit hareket eski ışığına sahip değil, Çin’in öyküsü ise zaten neoliberal haneye ait.

Dünyada, Sovyet Bloğu’nun çözülüşü ile birlikte kanıksanan yenilgi süreci, o zamanlar “Tarihin Sonu”nu ilan eden Fukuyama bile sosyalizmi geri çağırırken bitmiş gibi görünmüyor. Fikrî planda Badiou, Negri, Žižek gibi sol tandanslı düşünürlerin organize ettiği “Komünizm Konferansları” üç beş denemenin ardında motivasyon kaybına uğradı. Devrimin güncelliğini anlatmaya dair sıkıntımız yok. Sömürü, savaş, zulüm, doğanın tahribi, kadınlara ve çocuklara yönelik saldırganlık, adaletsizlik ve eşitsizlikler yoğunlaşarak sürüyor. Dünya nüfusunun dörtte üçü proleterleşmiş ve yoksullaşmış durumda. Dünyaya hükmeden sermaye sınıfı azınlığının küçülmesi hızla devam ediyor. Egemenler, kapitalist emperyalizmin ve onun neoliberal politikalarının yarattığı sınıfsal vahşet tablosunu faşist-popülist lider ve hareketler üzerinden yönetmek istiyor proleteri proletere, ezileni ezilene kırdırarak. Tüm bunlara rağmen kapitalizm, işçi sınıfı ve emekçi sınıflar için halen köklü bir biçimde sorgulanacak ya da bir an önce kurtulmak gereken bir sistem değil. “Her şey, bir gün çok güzel olacak” hayalciliğiyle değil, “yenilgi dönemi çok daha uzun sürebilir ve biz daha ağır sınanmalardan geçeceğiz” gerçekliğiyle hareket etmezsek hazırlık ve örgütlenmeyi buna göre planlayıp inşa etmezsek inançsızlık, karamsarlık üreten nihilizme, sinizme dolayısıyla egemen ideolojiye bağlanmış oluruz. Sadece kendimizi kandırsak, “böyle iyi” yaparsak halkı da kandırmış oluruz. İlişkilerimize en yeni dahil olan, en genç Komiteci yoldaşımızdan başlayarak hepimizin aklından çıkarmaması gereken tablo budur. “Nasıl bir zamanda yaşıyoruz? Devrimciler niçin savaşıyor?” sorularını sormadan, hakikatle samimi bir yüzleşme içinde olmadan devrimcilik yapılamaz.

Bugün CHP ve HDP siyasetlerinden kendini ideolojik ve örgütsel olarak ayırabilmiş, toplumsal güce dayanan bağımsız bir devrimci sosyalist çizgiden söz edebilmek mümkün değil. Bölgede Kürt Özgürlük Hareketi bir bakımdan en güçlü konumundayken Türkiye’deki Kürtler, belki de tarihlerinin en sert devlet zulmü altında inliyor. Aleviler, tarihlerinde ilk kez bu kadar yaygın ve çeşitli örgütlenmelere sahipken can güvenliği endişesini en yoğun hissettiği ve asimilasyonu en yoğun yaşadığı bir dönemi yaşıyor. Yine yaşam tarzını korumak isteyen geniş kentli kesimler, her zaman güvenle sırtlarını dayadıkları laik-Atatürkçü ordu ve yargının yokluğunda kaderlerini ellerine almak durumunda bırakılmış. Başta eğitim olmak üzere tüm kamu işleyişi siyasal İslamcı ve faşist örgütler, cemaatler, şebekeler eliyle yeni rejimin güçlerince kuşatılmış, üniversiteler her açıdan teslim alınmış durumda. Alevi ve Kürt yerleşimleri ile kentlerin yaşam tarzını sakınmaya çalışan merkez yerleşimleri dışında solun varlık alanı kalmamış durumda. Kamu emekçileri hareketi takatsiz bir yığına dönüşmüş, işçi hareketi ise küçük sınırlı üç beş sendikal siyasal çaba dışında büyük oranda örgütsüz ve dağınık bir halde. Kent, doğa, kadın ve toplumsal cinsiyetler etrafındaki toplumsal taleplerle ara ara canlı bir şekilde kendini ifade eden hareketler ise bir görünüp sonra kayboluyor.

Liste böyle olunca da ülkede devrimci hareket yok demek, zor değil. Devrimci siyasetin bütünleyici önderliğinin yokluğunda toplumun değişik kesimlerinden değişik çatışma konularında gelişen direnme eğilimleri ya da hareketleri hızlıca geri çekiliyor veya egemen siyasetlerce çok kolay emiliyor. Ayrıca AKP, iktidara geldiği ilk günden bugüne politikaya yön verme mahareti gösteren ve “devrimciliği, yenilikçiliği” temsil eden parti illüzyonunu tüm topluma yedirebiliyor(du). Devrimciler bu durumu tersine çeviren ideolojik, politik, örgütsel maharetler ortaya koyamıyorlar ya da bugüne kadar koyamadık. AKP artık toplumsal saflaşmayı ideolojik enstrümanları kullanarak, o gücü bu güce karşı konsolide ederek ya da tarafsızlaştırarak yapmıyor; 15 Temmuz sonrasında artık çıplak zorun yasalarıyla, doğrudan güncel çıkar ilişikleriyle ancak yönetebiliyor. Uluslararası ve ulusal düzlemlerde toplumsal siyasal tüm kredilerini önemli oranda tüketmiş olan iktidarın, ömrünü uzatmak için çıplak şiddet dışında bir seçeneği yoktur.

GÖREVLERİMİZ

Komiteciler, artık tüm devrimci hareket adına konuşan bir eylem ve söylem pratiği örgütlemelidir. Komiteciler yakınan, sola kızan, olup bitenin sorumlusunu solun bu dağınık, ideolojik olarak pelteleşmiş haliymiş gibi izah eden bir yaklaşımdan çıkmalıdır. Hiçbir sonuç üretmeden bu hakikati tekrar edip durmak pasifistlerin işidir. Yenilenmeyi ve özgürlüğü ancak biz devrimciler inşa ederiz, kurarız, yıkarız ve yeniden kurarız. Devrimin uzun vadeli stratejik hedefi ile işçi sınıfı ve emekçi halkımızın güncel, kısa vadeli ve düzenin varlığını henüz sorgulamayan politik çıkarları, yani reform ile ilgili hedeflerini birbirinin karşısına koymayan bir siyasi yaklaşımı acilen üretmeliyiz. İşçi sınıfı ve emekçi halk kesimlerinin sözcülüğünü yapma gücünden uzağız. Ancak bu yönde irade gösteren bir yoğunlaşma içine girmeliyiz. İçinde olduğumuz ekonomik kriz ve rejim krizi sarmalından daha büyük sıçramalara imkan tanıyacak konjonktürlerin oluşacağını görüyoruz, tıpkı tersine gelişmelerin de potansiyellerini gördüğümüz gibi. İkinci seçeneği ortadan kaldıracak olan, bizlerin işçi hareketi ve emekçi halk kesimleri içerisinde doğru devrimci inisiyatifleri almasıdır. Böylesi bir inisiyatifin alınması için ise ideolojik, politik, örgütsel düzeyde hızlı bir silkelenmeye ve atağa ihtiyacımız var. Ne kadar anlamlı farklılıklarımız olsa bile bugün için solun ataletinin bir parçası olmaktan başka sonuç üretebilmiş değiliz. İhtiyacımız olan mucizeler değil, sadece somut planlar, adanmalar, yoğunlaşmalardır. Bu yüzden devrimcilik arayışında olan tüm muhataplara çağrımızı durmadan yenilemeliyiz. Çevremizde ya da solun içinde devrimcilik adına atalete teslim olmuş olan dostlarımızı uyarmalı, mücadele içinde somut görevlere davet etmeli ve yoldaşlaşmayı önerebilmeliyiz.

İşçi sınıfı içindeki faaliyetimizin başından beri en eksik bıraktığımız yanı, propaganda çalışmalarımızdı. Geçtiğimiz bir yılda bu konuda önemli bir mesafe kat ettik ama bu yetmez. Özellikle, ideolojik, politik netlik/birlik konusunda bugüne kadarki çizgimizi günün devrimci analizinin ihtiyaç duyduğu argümanlarla tanımladığımız manifester bir fikri çerçeve metnine ihtiyacımız var. “Yoldaşlık Çağrısı” broşürümüzde ve bugüne kadar yayımladığımız Komite Dergisi sayılarında ortaya koyduğumuz fikri konumları ileriye taşıyacak merkezileşme, partileşme doğrultusundaki örgütsel hedefimize bizi daha da yaklaştıracak bu çalışmayı hızlıca pratikleştirmeliyiz. Bunu genel bir örgütsel eğitim ve tartışma planı içinde üretmeliyiz. Olanaklarımızın farkındayız ama devrimcilik adına daha etkin propaganda araçlarına ihtiyacımız var. Dergimizin daha çok ve etkin dağıtımı, örgütleyici işlevlerinin artırılması gereklidir. İdeolojik olarak toplumun gündeminde olup kafa karışıklığı yaratan konularda broşürler çıkarmalıyız. Sosyal medya alanındaki gelişmemiz önemli ancak işçi sınıfı, emekçi halk kesimleri ve gençliğin tümüne seslenebilme düzeyinin çok uzağındayız. Bu konuda büyüme ölçütümüz solun kullandığı araçlar değil, düzenin propaganda araçlarıdır.

İşçi hareketinin devrimcileşmesini sağlamak amacıyla sürdürdüğümüz sınıf faaliyetlerinde politikleşme eğiliminde olan işçilerin dahil olacağı devrimcilik düzlemlerini hızla üretmeliyiz. Bu alanda büyüyen etkimizi, özellikle sendikal alanda somut başarılarla taçlandırmak en önemli hedefimiz olmalıdır. Genç kadroların havzalarda süren sınıf çalışmalarında somut görevler üstlenmelerini kolaylaştıracak eğitim ve yönlendiricilik vasıflarımızı büyütmemiz ayrıca kritik önemdedir.

Gençlik Komiteleri, şimdiye kadar yürüttüğü ideolojik, politik, örgütsel faaliyeti yeniden ele almalı ve ülke gençliğinin politik hareketi olmak doğrultusundaki inisiyatif eksikliğini giderecek hamleler, yenilenmeler ve yoğunlaşmalar içinde olmalıdır. Devrimcilik ideolojik, politik, örgütsel açıdan sermaye devleti karşısında dövüşmektir ancak bu dövüşme, pratik olarak biçimsel bir tarzda devrimcilerle devlet arasındaysa sıkıntı vardır. Gençlik kesimlerinin tümünü kavrayan, onları her düzeyde ve biçimde mücadeleye sevk edebilen bir maharet göstermediğimiz sürece yeterli konumda değiliz demektir. Bunun için atak, pratik etkinlikler, eylemler içinde olmamız ya da solcu gençliğe “iyi” gelecek davranışları sergiliyor olmamız yeterli değildir.

Faşizan sivil diktatörlüğün yıkılması hedefi doğrultusunda devrimci çalışmamızı bütünlüklü bir siyasal programla yürütüyoruz. Bütün aktüel konum alışlarımızı bu hedefi dikkate alarak yapıyoruz. Diktatörlüğün düzen içi sağ-sol alternatiflerinin payandası olmamak, dikkat kesildiğimiz bir başka politik ilkedir. İşçi sınıfı ve emekçi halk kesimlerinin politik toplumsal çıkarlarını siyasal bir güç inşa etmeden korumamız, geliştirmemiz ise mümkün gözükmemektir. Öncü partinin inşası süreci ile kitleleri düzen güçlerinin insafından kurtarmak hedefi aynı görevlerde kesişebilirken aynı zamansal aciliyetlere, ihtiyaçlara tekabül etmemektir. İsteklerimizden bağımsız bir hakikattir bu. Umut-Sen’i bir ara sendikal odak olarak tartışmış, yaşama geçirmiştik. Pekala, dünya ve ülkemizdeki politik gidişat nazarında ara bir politik odak mümkün mü? Yanıtlanması gereken güncel bir soru da budur.

* Komite’nin Kasım 2018 tarihli 9. sayısında yayınlanmıştır.