Salgında Göçmenler Neler Yaşıyor?

salgında göçmenler

Türkiye’de salgın boyunca sorun ve ihtiyaçları tamamen görünmez olan göçmen ve mültecilerin hayatta kalma mücadeleleri “yeni normal” dönemde giderek zorlaşıyor. Ekonomideki dar boğazlık, büyük çapta yaşanan işsizlik, hayat pahalılığı ve yoksulluk en çok toplumun en diptekilerini vuruyor.  Dayanılmaz hale gelen açlık ve sefalet koşullarında, geleceğe dair belirsizlik ve karamsarlık içerisinde günü kurtarmaya çabalıyorlar.

Hali hazırda bir işte çalışanlarının büyük çoğunluğu sigortasız ve kayıtsız çalıştırıldığı için salgının başlamasıyla en başta işten çıkarılanlar göçmenler olmuştu. Sokağa çıkma yasaklarının olduğu ve aylarca evde kalındığı dönemde varsa birikimleri onları tükettiler yoksa da borçla-harçla günlerini geçirdiler. Bu süreçte ne devlet kurumlarından ne de sivil toplum örgütlerinden kayda değer yardım alabildiler. Özellikle aylarca ödenemeyen kira ve fatura borçları, mutfak masrafları ailelerin büsbütün belini büktü.

Tablonun daha iyi anlaşılması için nicel verilere bakmak gerekirse, örneğin; 1200 kişiyle yapılan bir araştırmaya göre, katılımcıların Mart 2020’den itibaren yüzde 63’ü temel gıdaya erişmekte,  yüzde 53’ü ise temel hijyen malzemelerini karşılamakta ciddi derecede zorlandığını belirtmiş ve yüzde 88 gibi büyük çoğunluğu da işsiz olduğunu, iş aradığını söylemiş.  Başka bir araştırmaya göre ise Suriyeli kadınların, çocukları doysun diye aç kaldıkları ve mutfak döngüsünü bu şekilde sürdürmeye çalıştıkları ortaya çıkmış.

Çocukların eğitim hizmetlerine erişimleri de oldukça sınırlı ve yetersizdi. Uzaktan eğitim sistemi, gerekli teknolojik altyapı sağlanmadan yalnızca kişilerin kendi ekonomik gücü ve imkânı dâhilinde erişebilecekleri bir sistem olduğu için yüz binlerce çocuk mağdur edildi. Ayrıca evinde televizyon veya bilgisayarı olan çocukların çoğu da EBA TV’de verilen eğitimin yalnızca Türkçe dilinde olması nedeniyle bu hizmetten yeterince faydalanamadı. Diğer taraftan okulda akran zorbalığından uzakta geçirilen sürede çocuklar okula gitme fikrini sorgular olmuş durumda ve gelecek yıl okul devam durumlarında düşüş olacağı öngörülüyor.

Kadınlar, salgın boyunca çocuk ve yaşlı bakımında daha fazla zaman ve emek harcamak zorunda kalarak ev içi işlerin neredeyse tamamını tek başlarına sırtlanmış durumdalar. Aynı zamanda salgında psikolojik, fiziksel, ekonomik şiddete daha çok maruz bırakılıyorlar. Şiddetten kendilerini koruyabilecek koruma ve şikâyet mekanizmalarına çoğunlukla erişim sağlayamıyorlar. İlgili mercilere başvuru yapabilseler dahi kendilerini cesaretlendirecek ve destekleyecek kişi/kurum olmadığından devamını getiremiyor ya da takip edemiyorlar. Salgın tedbirleri kapsamında şiddet uygulayan erkeğin evden uzaklaştırılmamasının önünü açan mahkeme kararları ise kadınları korumaktan çok şiddet kurbanı olmaya itiyor.

Herhangi bir kimliği, pasaportu olmayan ve düzensiz ikamet eden kişiler açısından da durum oldukça zor. Bu süreçte kamusal hizmetlerden faydalanamadıkları gibi, onları kapsayan hiçbir düzenleme, olumlu bir değişiklik yapılmadı. Kâğıtsız oldukları tespit edilenler hakkında sınır dışı edilme kararları verilerek, itiraz yolları fiili olarak tıkandı. Salgın nedeniyle tehlikeli görülen ve sınırları kapalı olan ülkelere bile sınır dışı edilme riskiyle karşı karşıyalar.

Şehirlerarası seyahat yasaklarının kalkmasıyla birlikte batıdaki büyük şehirlere doğru hareketlilik ve riskli yolculuklar yeniden başladı. Sınırlar kapalıyken insan kaçakçılarıyla anlaşarak düzensiz yollarla Türkiye’ye gelen göçmenler ya ekonomik gerekçelerle ya da Avrupa’ya geçiş hayalleriyle İstanbul, İzmir gibi büyükşehirlere gitmeye çalışıyor. Karadaki sıkı denetimden kaçmak isteyenler, kaçakçıların yönlendirmeleriyle çok tehlikeli yollar deneyip onlarcası bu yolda hayatını kaybediyor: Şubat ayında 13 kişinin donarak öldüğü Van’da yazın onlarca insan boğularak öldü. 27 Haziran gecesi Van Gölü’nde batan teknede 100 kişi olduğu tahmin edilirken, devam eden arama çalışmalarıyla şuana kadar 50 kişinin cansız bedenine ulaşıldı.

Devletin “güvenlik anlayışı”nın ve uluslararası insan kaçakçılarına yönelik tutumunun sonucu olarak yaşanan böylesi katliamlarda ve patronların kâr hırsı yüzünden meydana gelen iş cinayetlerinde öldürülen göçmenlerin sesine kimse ses olmuyor. Kitlesel ölümleri bile kamuoyunda yeterince gündem olmuyor, ne insan hakları örgütleri ne siyasi partiler ne sendikalar bu meseleye odaklanıyor.  Tüm bunlar yaşanırken ne yapmalı sorusu zihinlerimizde beliriyor:

Öncelikli olarak göçmenlerin çok boyutlu ve köklü sorunlarının çözümü için bütünlüklü bir göç politikası geliştirilmeli ve hayata geçirilmesi için harekete geçilmeli. Hâkim söylemin aksine göçmenler bu ülkede misafir değil, hakları olan bireylerdir ve varlıklarıyla toplum yapısında belli etki gücüne sahip bir toplumsal kesimdir. Daha uzun süre ve farklı veçhelerle öne çıkacak göçmenler meselesi bu nedenle devrimciler açısından ertelenemez bir öneme haizdir. Pandemide ve yeni normal dönemde göçmenlerin artan hassasiyetlerini de gözetecek bir şekilde, hakları ve haklara erişim konularında mücadele başlıkları oluşturulmalıdır.  Projecilik, fonculuk, STK’cılık işlerinin çok ötesinde ele alınarak tarifli bir mücadele alanı olarak görüp, bu alana siyasal bir içerik kazandırılmalı.  Göçmen ve mültecilerin örgütlenebileceği zeminlerin yaratılması için daha fazla sorumluluk alınmalı, işçi sınıfı mücadelemizle harmanlamalı.

*Bu yazı Komite Dergisi’nin Ağustos 2020 tarihli 20. sayısında yayınlanmıştır.