Enkazın Ardında Düzen

30 Ekim 2020 tarihinde İzmir’de 6.6 büyüklüğünde meydana gelen depremde 115 kişi yaşamını yitirirken binlerce kişi de yaralı olarak kurtuldu. Genel olarak bakıldığında orta büyüklükte olan deprem, arkasında büyük bir hasar bıraktı ve bu hasarın yarattığı mağduriyetler hâlâ giderilmiş değil. Depremin ilk anından itibaren oluşturulan gönüllü inisiyatifler aracılığıyla ilk elden acil ihtiyaçlar karşılanmış, devletin üstlenmesi gereken sorumluluklar ve ihtiyaçlar yine bu gönüllü inisiyatiflerin kendi organizasyonlarıyla temin edilmiştir. İktidarın acizliğinin ortaya çıktığı andan itibaren gönüllü inisiyatifler deprem çadır alanlarından parça parça çıkartılıp depremzedeler yalnızlaştırılarak yaşanan felaket hızlıca unutturulmaya çalışılmıştır. Özellikle çadır alanları kapatılıp, insanlar konteyner kentlere yerleştirilmiş ve bu konteyner kentler sanki bir açık cezaevi gibi tasarlanmış, içeri giriş çıkışlarda yapılan güvenlik kontrolleriyle konteynırlarda yaşayan insanlar harici hiç kimse alana alınmayarak, içeride süregelen vahim durumun görünür olması engellenmiştir. Konteyner kentlerdeki yaşama dair havuz medyasından seçilerek yaptırılan haberlerde “yaralarımız sarılıyor” başlıklarıyla iyimserlik sergilenmiştir.

Burada havuz medya haricindeki medyanın haber yapamaması için özellikle çaba sarfeden iktidar, depremin meydana geldiği şehirde dahi kimsenin sözünü etmediği, uzak geçmişte yaşanılan bir afetmiş gibi algılanması için elinden geleni yapmıştır. Medya ve iktidar ablukasıyla, insanların deprem sonrasında yaşanılanlara dair haber alması imkansız hale getirilmiştir. Bu yazı hazırlanırken dahi yaşanılan felakete dair son yapılan haberin üzerinden 4 ay geçmiştir.

Devlet bir kez daha sorumluluğundan kaçarak, mağduriyetleri göz ardı ederek, gerçekleşen depremde ortaya çıkan sonucun sorumlularını ve deprem sonrası ortaya çıkan mağduriyetleri unutturma pratiğini hâlâ sergilemektedir. Deprem sonrasında evsiz kalan, evleri hasar gören binlerce insanın sözde “geçici konaklama” amacıyla yerleştirildikleri konteyner kentlerde aylardır mağduriyetin yapısal olarak giderilmesine dair bir şey yapılmadığı gibi sözde yeni evlere yerleştireceklerine dair söylemlerde bulunulmuş, yeni evler için mağdur ailelerden yüksek miktarlarda para talep edilmiş, depremzedeleri yaşadıkları felaketin üzerine bir de borçlandırarak devlet devletliğini bir kez daha göstermiştir. Bizler deprem nedeniyle insanlara kesilen bu ağır faturanın birincil sorumlularının kâr hırsıyla hareket eden inşaat şirketlerinin olduğunu iyi biliyoruz. Her ne kadar medya yoluyla deprem sonrasında yardım yapıldığı, halka hizmette sınır tanınmadığı lanse edilse de deprem sonrası hengameden biraz daha uzaklaşınca ortaya çıkan görüntüler ve sonuçlar şaşılacak şeyler değildi aslında. Zira devamı da geldi. Devlet yapmış olduğu yardımları aylar sonra depremzedelerden isteyerek, deprem bölgesinde yıkılan yerlere deprem toplanma alanları ve parklar yapılacağına dair vaatlerini de boşa çıkaracak şekilde o alanları ranta açtı.

Evi ağır hasarlı olan depremzedelere KHK’lı oldukları için “isminiz yasaklı listede” denilerek nakdi yardım yapılmazken, ilk incelemelerde orta hasarlı olarak tespit edilip akut yardımı verilen depremzedelere ikinci incelemede az hasarlı raporu verilerek akut yardımının aylar sonra geri istendiğine şahitlik ettik. Bununla birlikte daha önceden de İzmir’in finans merkezi olarak planlanan, yıkımların olduğu Bayraklı bölgesinde deprem bahane edilerek yoksul mahalleleri boşaltılmaya başlandı. Onların yerine inşaat şirketleri için yeni rant alanları, piyasa için de yeni finans merkezleri inşa ediliyor. En çok kayıp verilen Rızabey apartmanının bulunduğu alana tekrardan apartman yapılmak istenirken orada ailelerini kaybetmiş insanların baskısıyla inşattan vazgeçilerek park alanına çevrilmesi küçük bir teselli bile olamıyor. 

İzmir, Elazığ, Van depremleri başta olmak üzere alınmayan önlemler nedeniyle yaşanan felaketler karşısında devlet kendi üstüne düşen siyasal ve kamusal sorumluluklardan kaçınarak unutturma politikası izlemeye devam ediyor. Sorumluları cezalandırmak yerine rant ilişkilerini sekteye uğratmayacak birkaç göstermelik gözaltı ve dava süreçleri ile halk nezdinde oluşan öfke sindirilmiş; hasarın asıl sorumlusu olan düzen içi kurumlar, yapı denetim firmaları, mevzuata aykırı binalar yapılmasına göz yumarak bundan rant sağlayan bürokratlar göz ardı edilerek rant düzeninin devamlılığı sağlanmıştır. Yaşanan her doğal afette devletin sınıf devleti olduğu bir kez daha gün yüzüne çıkmıştır. Bunu tespit etmenin ya da buna işaret etmenin yeterli olmadığını elbette biliyoruz. Sermaye ve onun devleti, her türlü afet ve kıyımdan dahi kazanç sağlarken bize düşün de emekçilere mezar olan bu düzeni köklerinden söküp atmak için her türlü çabayı örgütlemekten başka bir şey değildir.

*Bu yazı Komite Dergisi’nin Mart 2021 tarihli 24. sayısında yayınlanmıştır.