Kontrgerilla aktörlerce bir küresel fenomen olarak yürütülen zorla kaybetme olayları sistematik olarak Nazi Almanya’sında başlamış, Latin Amerika, Arjantin, Peru, Türkiye gibi ülkelerde bir devlet politikası olarak benimsenerek devam etmiştir. Muhalifi tanımlayan devlet kimi zaman onun tanımını muğlaklaştırarak kimi zaman ise güvenlik tanımını muhalif üzerinden yaparak siyasa zeminini bu şekilde sürekli olarak taze tutar. Güvenliğin bir iktidar paradigması olarak ayırt edici özelliği hayatı düzenleyip korumak değil, durumun gereklerine göre yok olmasına göz yummaktır. Türkiye’de 80’li yıllardan bugüne, makullüğün sürekli tehdidi olarak Kürtler ve devrimcilerden oluşan binleri bulan bir kayıp listesi bulunmaktadır. Arjantin’de ise bu sayı 30.000’i aşmaktadır. ‘Zorla kaybetme, kitaben devlet görevlilerinin ya da devletin yetkilendirmesi, desteği veya göz yummasıyla hareket eden kişilerin ya da kişi gruplarının gözaltına alma, tutuklama, kaçırma ya da diğer herhangi bir biçimde özgürlükten yoksun bırakması ve bu durumdaki bir kimseyi, özgürlükten yoksun bırakmayı kabul etmenin reddedilmesi veya kaybedilen kişinin akıbetinin ya da nerede olduğunun gizlenmesiyle, hukukun koruması dışına çıkarması(…)” durumunu ifade eder.
Yönetmenliğini Marco Bechis’in yaptığı 1999 yapımı Arjantin filmi Olimpo Garajı bir zorla kaybetme vakasını annelik, duygusal şiddet, devlet terörü, dini kurumların ideolojik aygıt olarak konumu, kontrgerilla örgütlenmeler gibi pencerelerden bize anlatmakta. Peki ne olmuştu Arjantin’de? Arjantin’de 1973 yılında gerçekleşen demokratik seçimler ertesinde 1970’li yılların Peronist ittifakı; sendika bürokratları, idealist sol gençlik, sağcı Katolik milliyetçiler ve küçük işadamlarından oluşan karmaşık içeriğe sahip bir siyasal yapılanma olarak iktidarı kısa sürede ele geçirdi. 1973’te iktidara gelmelerinin hemen ardından, önce 1 Temmuz 1974’te Peron hayatını kaybetti, ardından başlayan ittifak içi kavga ve mücadeleler, az zamanda, ittifak içerisinden solcu grupların dışlanması ve marjinalleştirilmesi hamleleri ile hızlanırken, medya da sol grupların dışlanması ve gayr-ı meşrulaştırılması sürecini tetikledi. 1976’dan 1983’e kadar devlet yönetimini ele geçiren asker en temelde sınıf ve cinsiyet eşitsizliklerinin devamlılığını besleyecek muhafazakâr ulusalcı bir kimlik inşası amacıyla tüm muhalefeti susturmuş hatta kökünü kazımıştır. Film bu süreçte gettolardaki insanlara okuma yazma öğretmeye çalışan devrimci Maria’nın kendine Arjantin ordusuyuz diyen sivillerce evinden kaçırılmasını, annesinin onu kaçırılma anından ölünceye dair arayışını, Maria’nın özgür hayatındaki aşığı, garajdaki işkencecisi Felix’in ona bir muhtaçlık ilişkisi içinde uyguladığı duygusal şiddeti ve tüm bu işkencelerin sürdürücüsü olan komutanın evinde bir bombalı eylemle öldürülüşünü anlatmakta.
Konjonktürel olarak makulün yekpareliğine bir muhalefeti yapısal olarak bünyesinde taşıyan tüm farklılara karşı bir yok etme amacı tüm devletler için bir ihtiyaç olduğundan filmdeki diyaloglar ve zorla kaybetmenin insana ne yaşattığı oldukça tanıdık. Bir muzafferlik ilişkisi ile işkence edenlerin tümünün erkek oluşu ve görece daha az asi olan tutsak kadınlara işkence hanenin ‘ev işlerinin’ yaptırılması ise filmin izleyenlerin zihnine bıraktığı bambaşka soru işaretlerinin sebebi oluyor.
Şimdilerde Mayıs Anneleri olarak andığımız Arjantin’deki zorla kaybetmelerin bıkmadan hesabını soran annelerin bir araya gelişi ise filmde Maria’nın annesiyle beraber adım adım izlediğimiz bir süreç. Bu kadınlar paylaştıkları ortak acı dışında bir politik aklı da bünyelerinde var ederek ve devletin kapalı kapılar ardında bizatihi beslendiği o kuytu köşelerde kaybolanların hesabını sorarak devletin onlara biçtiği anne tipolojisinin dışına çıktılar ve bugün Galatasaray meydanında dünyanın başka yerlerinde, Arjantin’de, Şili’de başka ısrarların ilham kaynağı oldular. Devletten işkencede öldürülen çocuklarının hesabını sorarken gözaltına alındılar, terörize edildiler ve hatta zorla kaybedildiler. Çocuklarının kemiklerini isteyen annelerin karşısında meşruiyet üretebilme kapasitesinin sınırlarını zorlayan devlet inandığı gibi yaşayıp onuruyla ölen çocuklarının bitmeyen sesi olan annelere karşı nasıl bir mücadele verebilir bilinmez ama bu kadınların bildiği bir şey varsa o da; “tek bir mücadele kaybedilir; o da terk edilen mücadeledir!”*
*Cumartesi annelerinin 357. Haftasında Plaza De Mayo’dan Mayıs Annelerinin onlara ilettiği dayanışma mesajı.
Komite’nin Ocak 2019 tarihli 10. sayısında yayınlanmıştır.