Sosyalist siyasetin politik tahayyülü tek adam karşıtlığına asla indirgenemez

Ve sonunda seçimler geldi çattı. 14 Mayıs’ta yürütmenin el değiştirme ihtimali yüksek. Türkiye sosyalist solunda bu seçimlere sürükleniş süreci boyunca yersiz ve aşırı bir iyimserlikle, kötürümleştirici temelsiz bir kötümserlik arasında gidip gelen çarpık hatta histerik bir psikoloji tüm tespitlere hakim oldu. Bunun en son örneğini Akşener’in masayı dağıttığı 3 Mart günüyle masaya döndüğü 6 Mart günü arasında ve hemen sonrasında gözlemleyebiliyoruz.

3 Mart Akşener’in 8 Haziran’ıydı. Hatırlanırsa 8 Haziran 2015 günü 7 Haziran seçimlerinde HDP’nin parlak bir başarı kazandığı anlaşılınca Bahçeli CHP ile aralarındaki AKP karşıtı zımni işbirliğini çok sert bir açıklamayla bitirmişti. Bu açıklama, Demirtaş’ın da işaret ettiği, dışarıdan HDP destekli bir MHP-CHP hükümetiyle kamu bürokrasisindeki AKP etkisini temizleyip makul bir süre içinde seçime gitme olasılığını daha doğmadan yok etmişti. Bahçeli o kadar uzlaşmazdı ki HDP ile birlikte Baykal’ın Meclis başkanlığına oy vermeye bile yanaşmayıp bu koltuğu da AKP’li İsmet Yılmaz’a bıraktı.

2015 yılında devletin sert çekirdeği olan kontrgerilla mekanizması daha birlik halinde durur gibiydi ve önemli bir kısmı MHP tarafından ve kuşkusuz dolaylı biçimlerde temsil ediliyordu. Bunların önemli bir bölümü, sandıktan çıkan HDP’yi ve temsil ettiği siyasi hareketi AKP sonrası dönemde kuvvetli ve meşru olarak görmektense AKP döneminin sürmesine razıydı. Bu bakımdan MHP-CHP ortak muhalefetine son verdiler, ama o zaman bile ülkücü tabanın son çeyrek asırda iyice gelişen seküler kesiminde AKP karşıtlığı çok güçlüydü ve Haziran 2015’in üzerinden bir yıl geçmeden Bahçeli MHP liderliğine tutunmak için Erdoğan’ın adliyesine mecburcu kalacaktı.

Orijinal 8 Haziran’ın sonucu bir trajedi oldu, kan ve gözyaşı içinde 1 Kasım’a sürüklendik. Akşener’in 8 Haziran’ı ise Marx’a göre Büyük Hegel’in ifade ettiği gibi bir kaba komedi oldu. Temsil etmek istediği ideolojik birliği kalmamış dağınık kontrgerilla ne kadar üst perdeden konuşturursa konuştursun elinden kaçtığı görünen tabanı tutamazsa bu dağınık kontrgerilla unsurlarının yeni dönemde hiçbir söz hakkı kalmayacağı kısa sürede ortaya çıkınca ne olduğu anlaşılmayan bir tavizle Akşener sulh oldu. Bu yenik sulh olma biçimi, ilk çıkış Akşener’in masaya vurup seçim sürecinde kendi etkisini arttırmak amacıyla olduğundan, üstelik siyasette birinin kazandığı hep bir tarafın kaybettiği olacağından ve burada kaybettirmek istenilen hedef HDP oylarının ağırlığı olduğundan, HDP’nin de elini güçlendirdi ve bunun sonuçlarını da görmeye başladık. Sosyalist solumuzun bu süreçteki tespitlerini okumak zorunda olmasak bu farsa biz de rahatça ve keyifle gülebilirdik.

Bu tespitlere geçmeden önce daha önemli konuya yani bugün devletin sert çekirdeğini temsil edenlerin zayıflığının temel nedenine değinelim. Bu neden, devletin sert çekirdeğinin ideolojik birlikten yoksun olması sorununun 15 Temmuz sonrasında Reis’in etrafında führerprinzip anlayışıyla aşma önerisinin boşa düşmesinin tamamen açığa çıkmasıdır. Rejim broşürümüzde belirttiğimiz üzere Türkiye Cumhuriyeti yönetici kesimi birleştirici ideolojisini İttihatçılığın Kemalist kişi kültü etrafında yeniden yorumlanmasında bulmuş, İkinci Dünya Savaşı sonrası ortamında bu karışıma giderek artan oranda antikomünizm eklenmiştir. 12 Eylül sonrası zayıflayan bu karışım yerine Türk İslam sentezi bağlamında Atatürkçülük diye kodlanarak geçmişten bir yandan ayrıştırılan bir yandan da dindar serbest piyasacılık ile geçmişin bakiyesinin çürümüş haliyle melezlenen bir yapı denendi. 28 Şubat bu melezlenmedeki çelişkilerin gizlenemez olduğunu gösterdi ve devletin sert çekirdeğinin ideolojik birlik sorunu akut hale geldi. 2002 seçimlerinde eski siyasi merkezler TC’nin tarihsel partisi CHP dışında berhava oldu.

AKP parlak seçim zaferleri ve üstüne hiçbir zaman oturmayan müslüman demokrat söylemiyle görünüşte modern bir yürütme havasıyla Türkiye’de kapitalist devleti idare etmeye ve reforma talipmiş gibi görünüyordu. Aslında her şeyden önce bir NATO aparatı olan Gülen Cemaatinin polis, asker ve yargıdaki yapılanmasına dayanarak gayrı nizami usullerle bazı başka devlet kliklerini tasfiye çabası içindeydi ve bu çaba söz konusu yarığı daha da derinleştirmiş ve sokak tabiriyle devlet mekanizmasının çivisini çıkarmıştır. Bu yama tutmama hali 15 Temmuz darbe girişiminde paçalardan akmaya başladı. O anda Reis sandık gücünü de öne sürerek her türden sağcılığın ilkesiz birlikteliğini kendi kişi kültü etrafında çimentolamayı önerdi. Bu çabayı bir tek adam rejimi olarak algılayanlar Cumhur İttifakı İktidarının temsil ettiği devletin sert çekirdeğini oluşturan kontrgerillanın pek çok kliğinin ideolojik bütünlük içermeyen pazarlığını görmemeyi tercih etti. Bunun yerine liberal siyaset biliminin günümüzdeki en ideolojik alanı olan demokratikleşme yazınının kavramlarını Marksist faşizm analizlerinden aparma kavramlarla yaldızlayıp bir tek adam rejimi öcüsünü teorize etmeye başladı. Öte yandan bu klikler ise son iki yılda giderek daha az siyasal bütünlük içindeler, yeknesak değiller ve iktidar için başka siyasi alternatiflere bakanlar aralarında vardır. Bunların bir kısmının İYİ Parti ile AKP’yi ittifaka sokmak istiyor olabilir, daha etkin bir kısmı ise devletin kurucusu CHP’ye pekala bakar. Nitekim son iki yılda Kılıçdaroğlu’nun istihbaratının sağlamlığı buna işarettir. Davutoğlu Fidan bağının, Akar Gül Babacan hattının koptuğuna dair bir işaretin olmadığını da bu noktada belirtmek gerekir..

Tam da bu yüzden kötürümleştirici analizlerin baş aktörü faşizm tespiti içinden geçilen siyasal dönemi açıklamıyor, olgulara karşılık gelmiyor, sosyalist muhalefetin düzen muhalefetine iltihak etmesinin teorisi olmak dışında anlam taşımıyordu. Aralarında ideolojik bir birlik olmadığından yeknesak bir siyasi tutumu olmayan farklı devlet kliklerinin Cumhur İttifakı iktidarına en mecburcu olanları güçlerini kaybetmemek için, bu süreçte, özellikle sosyalistlere ve Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı toplumdaki polarizasyonu arttırmak için çok zalimce provokasyonlara imza atabilir ama hem bu kapasiteleri azalmıştır hem de son iki yıl sadece genel anlamda sol kesimin değil neredeyse tüm halk kesimlerinin bedel ödediği bir dönem olmuştur. Depremde ortaya çıkan iktidarın hala sürdürdüğü sermaye birikim rejiminin de sonucu olan halk düşmanlığı boyutlarında beceriksizlik hali bu durumun benzeri olmayan bir zirvesidir. Halkın canı burnundadır o yüzden mesela son Bursaspor provokasyonu gibi senaryolar istenen sonucun uzağında kalmaktadır.

Yersiz iyimser analizlerde ise içinden geçmekte olduğumuz ideolojik gerileme dönemi yokmuş gibi yapılıyor ve yeni Kautskyci yaklaşımlarla siyasallaşmış bir sınıf mücadelesi olmadan kimi yapısal dönüşümlerin ya da deprem sonrası gördüğümüz toplumsal dayanışmanın neredeyse kendiliğinden sosyalizmi öne çıkaran gelişmeler yarattığı savlanıyor. Bu temelsiz analizlere dayanan cesaretle de seçim sandığının sosyalizm ideali için mucizevi siyasal sonuçlar üretmesi bekleniyor. Fiili örgütlü mücadelenin hem ideolojik araçlar hem de şiddet yoluyla böylesi cılızlaştırılmış ve bastırılmış olduğu bir dönemde yüksek siyasetinin ittifak masalarında işçilerin, emekçilerin sesinin duyulabileceğini düşünmek sadece iyi niyetle açıklanamayacak bir kavrayış eksikliğinin göstergesi. Zira o masalar güç ilişkilerinin arenasıdır ve o masalara etki etmenin tek koşulu böyle bir gücün fiili mücadele ve örgütlülükler içinde inşa edilmesidir.

Bunun olmadığı koşullarda devrimcilerin ve sosyalistlerin burjuva siyasetinin seçimlerine duyması gereken muhabbetin kapsamı en kabul edilebilir haliyle bir nevi sandık pragmatizmidir. Oy tercihi devrimci iddiası olanlar açısından bir kutsiyeti haiz olamaz, bir samimiyet testi olarak görülemez. Ne kitlesel ve örgütlü biçimde oy vermenin sonuca bir etkisi olabileceğini görmezden gelip seçimleri tamamen reddeden boykotçu tavırlar, ne de seçim süreçlerinde sınıf mücadelesi adına doğrudan etki ve sonuçlar yaratılabileceğini düşünen düzen içi uzlaşmacı tavırlar bugünkü koşullarda sınıf mücadelesi açısından fayda sağlar. Bu kuşkusuz ideal tutum değildir ama biz idealle uğraşmayız. Bugün gücümüz bu kadardır ve Engels’in Karl Heinzen’i yererken söylediği gibi Komünizm bir doktrin değil harekettir, ilkelerden değil olgulardan hareket eder.

Dolayısıyla Bay Kemal’e tabi ki oy verilebilir ama bunun teorisini yapmanız sağcılaşmaya kapı açar. Tam da bu yüzden Akşener masadan kalkınca sosyalistlerin sınıf siyasetinin masadaki ağırlığı artmış gibi yapmak bu farsa rahatça gülmemizin önüne geçti. Sermaye sınıfının hâkimiyetinin bu kadar yüksek ve keskin olduğu bir dönemde devlet klikleriyle ilişkileri aşikar olan odaklar belirli uzlaşmazlıklar sonucu ittifak masalarından bir süreliğine çekildiğinde orada artık işçilerin ve ezilenlerin sözünün işitildiğini iddia etmek en hafif tabiriyle aymazlıktır. Ama sol buna inanmak istiyor. Her şey çok güzel olacak propagandasına eklemleniliyor. Bu açıdan yaygın olan iradecilik ve şimdiciliğin getirdiği iyimserlik ihtiyacı somut durumun somut tahlilini, temenninin teorisini yapmakla ikame ediyor.

Komite ilk ortaya çıktığından beri Millet İttifakını Düzen Partisi’nin öteki kanadı olarak tanımladı ve geçici bir yapı olmadığının, ciddi bir iktidar alternatifi olduğunun altını çizdi. En köklü devlet partisi Türk egemen sınıfının kolektif batıyla en bütünleşik hiziplerini, en büyük numarası seçimleri önce nüfus sayımları çevirerek yakın zamanda ise hukuksuz uygulamalarla kazanmak olan Erdoğan’a mecburcu bırakmamak için göreve koşmuş, İYİ Parti’yi YSK kararıyla doğmadan boğulacağı anda kurtarmış, AKP’den kopanlara kol kanat germiş daha da önemlisi ve bizi ilgilendireni sosyalist solu da Millet İttifakına duacı hale getirmiştir. Seçimlere kadar Cumhur İttifakı İktidarı toplum kesimlerini ve devlet kliklerini bloklamak için hem sopa hem havuç her yolu kullanacak. Karşısındaysa sosyalistlerin aklına ihtiyaç duyan bir Bay Kemal yok, egemen sınıf fraksiyonlarının bir başka koalisyonu var. Türkiye’de her iktidar değişikliği sonrası kimi sermaye sahiplerinin malına diğer sermaye sahipleri tarafından zaten çökülür, Karamehmet’i Cem Uzan’ı, Akın İpek ve diğer Cemaatçileri unutmayın. Küresel kapitalizmin eğilimi de seksenler ve doksanların aksine müfrit piyasacı değil daha devlet müdahalecidir. Günümüz CHP’sinin Hacer Foggo gibi isimlerle temsil ettiği kurumsal hayırseverlik Dünya Bankası benzeri küresel finans kurumlarının beğendiği türden sosyal politikadır. Tüm bunlara solculuk diye tutunup, depremin sosyal sonuçlarına siyasi anlamlar yükleyip Her Şey Çok Güzel Olacak propagandasına kenardan köşeden dahi olsa katılanlar seçim sonrasının kemer sıkma programına halkı ikna edecek şekilde karşı çıkamaz. Esas bu boşluk orta vadede kuvvetli bir faşist hareketin önünü açar.

Kuşkusuz ajitasyon ve propaganda faaliyetlerimizin pratik ihtiyaçları açısından yürütme gücünü yirmi yıldır tekelleştiren siyasal oluşumun yenilmesi faydalıdır. Maraş depremlerinde halkımızı enkaz altında bırakan siyasal halin ön sıradaki sorumlularının sandıkta bir sille yemesi yüreğimizi bir nebze soğutur. Bu yüzden sosyalistler, seçim özelindeki tartışmalar, alışverişler ve köşe kapmacaların parçası olmaya çalışmaktansa Cumhur İttifakı’nın dışında makul ya da işe yarar gördüğü adaya ve partiye oy verip burjuva partilerinin ittifaklarına dair tartışmaları gündeminden mümkün mertebe uzaklaştırmalı, depremin yarattığı yıkımla birlikte işçi sınıfı için iyiden iyiye bir hayatta kalma mücadelesine dönüşmüş mevcut koşullara karşı örgütlenmenin yollarını ve tabanda ortaya çıkması muhtemel hareketlenmenin filizlerini aramalıdır. Seçim sonrası bu iktidarın yarattığı ekonomik darboğazdan çıkmak depremin etkilerini gidermek üzere uygulanacak politikalarda bedel emekçi halkımıza ödetilmek istendiğinde bu seçimlerde düzen muhalefetinin yanında aktif tutum alanlar ezilenlerle dayanışma içinde o politikalara karşı mücadeleye giremez. Girse de özellikle içinden geçtiğimiz sosyalizmin ideolojik yenilgisi ortamında kitleselleşemez. Meclisteki vekilleriniz Antep’in Maraş’ın deprem sonrasında iyice köleciliğe dönecek OSB’lerinde ciddiye alınmaz. Sol bu hatayı yaparsa siyaset boşluk tanımayacağı için Türkiye’de zaten tabanı olan aşırı sağ, faşizan hatta tekfirci unsurlara alan açılacaktır. O yüzden komitecilerin çağrısı şudur: Devrimciler haydi işçi havzalarına, OSB’lere, madenlere, Anadolu’daki küresel fabrikayı örgütlemeye. Haydi enkaz altında bırakılan emekçi halkımızın hakkını arama mücadelesiyle tam boy dayanışmaya.


*Bu yazı Komite Dergisi’nin 33. sayısında yayınlanacaktır.