Dış Politika Başarısızlığı ya da Godot’yu Beklemek

Cumhur İttifakı iktidarının ayırt edici özelliklerinden biri, Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin tarihsel tutumu açısından geleneksel olmayan dış politika hamlelerine leblebi çekirdek yer gibi başvurmasıydı. Bu tip hamlelerin eninde sonunda iktidarın ayağına dolaşıp onları büyük bir çıkmaza sürükleyeceği, bu çıkmazın sonunda ülkedeki iktidarlarının da sarsılacağına dair hiç değilse zımni bir beklenti ülkedeki muhalif çevrelerinin istisnasız hepsinde o ya da bu biçimde bulunmaktaydı. Bugün gelinen noktada, bu beklentinin günümüz küresel politika gerçekleri ve uluslararası güç dengesinin varolan durumuyla ilintisiz olduğunu teslim etmek gerekiyor. Geleneksel olmayan dış politika hamleleri sonuç getirmeseler bile hem ilk anda iç kamuoyuna güçlü devlet propagandası yapılmasını sağlıyor, hem de en sonunda tükürülen yalandığında dahi hamleyi yapanın başlangıçtaki durumunun çok da bozulmasına yol açmıyor. Yeni Osmanlıcı hamaset gerçek sonuç üretmese bile taraftarlarınızı coşturuyor, istediğinizi elde etmeden kuyruğunuza baka baka döndüğünüzde dahi uzun vadedeki olumsuz sonuçlar iktidar açısından önemsiz kalıyor. Ne de olsa Lord Keynes’in de altını çizdiği üzere uzun vadede hepimiz ölmüş olacağız.

Cumhur İttifakı iktidarı son dönemde sadece sınırlarının hemen ötesinde değil, Libya’nın Trablus’undan Ukrayna’nın Donbasına oradan Güney Kafkasya’nın Dağlık Karabağ’ına aktif bir biçimde müdahale etti ve ediyor. Bu hamleler Türkiye’nin Kürt nüfus barındıran güney komşularına yönelik terör bahanesiyle yapılan askeri geleneksel müdahalelerinden farklı angajmanlara işaret etmektedir. Bu angajmanlar sadece Türk Silahlı Kuvvelerini ve dış işleri bakanlığını değil Cumhurbaşkanının küçük damadının insansız hava aracı firmasını ve ne idüğü belirsiz Suriye Milli Ordusu adı verilen paralı asker grubunu ve onunla ilintili istihbarat kurumlarını ve diğer özel güvenlik şirketlerini dahi ilgilendirmekteydi. Bu hamlelerin hiçbiri gizlilik gözetilerek yapılmadı tersine iç politikaya dönük bir hamaset söylemi eşliğinde gerçekleştirildi.

Azerbaycan dışında tüm bu hamlelerin sonucunun ağır olacağı özellikle muhalif çevrelerce ifade edilmişti. Türkiye’nin Suriye, Doğu Akdeniz ve Karadeniz’de hem Rusya hem de Batı’nın çıkarlarını iki taraftan birini bütünüyle tercih etmeden sonuna dek götüremeyeceğinin altı da çizilmişti, dolayısıyla bazen Rusya’nın yanından batıya, bazen de batının desteğiyle Rusya’ya sallamanın tehlikeli olduğu ve bu çabanın eninde sonunda elinde patlayacağı konusunda yaygın bir öngörü bulunuyordu. Doğu Akdeniz ve Libya konusunda son dönemlerde daha birkaç ay evvelinde büyük tantanayla girişilen kimi saldırgan dış politika adımlarından ciddi bir biçimde geri dönüldüğü görülüyor. Bununla birlikte Türkiye’nin elinde patlayan bir şey yok, iktidar sessizce yeni duruma kendini uyarlarken iç kamuoyunu meşgul edecek yeni meseleler icat ediyor ama bunlar olmasa da sıradan halkın dış politikadaki hamasetten geri adım manevralarını muhalefetten farklı olarak dünyanın sonu gibi değerlenmediği ortada.

Açıkçası Libya’dan paralı askerlerin, Doğu Akdeniz’den arama gemilerinin geri çekilmesi, sonra Fransa ve Mısır’la görüşmek ya da Ukrayna’ya silah satıp sonra Putin’le görüşmek hakikaten de bu yeni uluslararası ilişkiler dünyasında hiç de büyük haberler değil. Cumhur İttifakı iktidarı fırsat görünce züccaciye dükkanına giren fil özensizliğiyle inisiyatif alıyor, bunu da özellikle iç kamuoyuna davul zurnayla duyuruyor. Paralı asker kullanmak geleneksel ittifak çizgisi dışı müttefikler aramak gibi konularda hiç çekingen davranılmıyor. Fakat bu hamleler çıkmaza girerse geri adım atmaktan da çekinilmiyor. Hamlelerde kullanılan atipik yöntemler ise yeni küresel politika ortamında çok aşırı gözükmüyor. Dün kavga edilenle bugün oturup konuşuluyor, hiçbir ülke herhangi bir ilke ya da değere sahip çıkma numarası dahi yapmıyor, sizle pazarlığa oturuyor ve yeni normal karşılıklı olarak pazarlıklarla oluşturuluyor.

Bölgesel güçlerin daha geniş oyun alanı bulduğu yeni küresel siyasette bu tip davranışın olağan olduğu fikrine alışmalı, iktidarın sonunu getirecek büyük dış politika çuvallaması beklentisiyle kendimizi kandırmaktan vazgeçmeliyiz. Cumhur İttifakı iktidarının zayıf karnı kadınların, gençlerin, işçilerin mücadelesidir yoksa AB, ABD ya da Rusya karşısındaki pozisyonu değil. Devrimciler taktik ve stratejik farklılıklarına rağmen bölgedeki tüm devrimci hareketleri kendi tarafında görmeli ve ülkeler arası barış ve uluslararası dayanışma esaslarına dayalı bir politikayı savunmalı. Bunun ötesinde egemenlerin küresel siyaset hamleleri halk hareketinin işine yarayacak bir gelişmeyle sonuçlanırsa bunu bir piyango gibi değerlendirmelidir.

Bizim esas mücadelemiz kendi ülkemizdeki egemen sınıfa karşıdır. Bu da önemli bir nokta zira AKP dış politikası Türkiye’nin sermaye ihracı ihtiyaçlarıyla hep uyumluydu ve bunu tespitlerimizde özellikle belirtmiştik. Suriye İç Savaşı esnasında gelişen daha aşırı dış politika hamle ve yöntemlerin bu ihtiyaçlar sınırının çok da dışına çıktığını düşünmek saflıktır. Sermaye sınıfı ile ayrım ancak kullanılan taktiklerin inceliğine dair varsa vardır yoksa yönelimin kendisine bir itiraz olduğunu varsaymak için bir nedenimiz yoktur. Somali’den Suriye’ye halkların barışı için tehdit sadece Cumhur İttifakı iktidarı değil, Türkiye’deki egemen sınıfın bütünüdür.

*Bu yazı Komite Dergisi’nin Mayıs 2021 tarihli 25. sayısında yayınlanmıştır.